18 Mart 2016 Cuma

KADINLIĞA MUHABBET..






İyi ki kadınım ben, 
Çok şükür de anayım. 
Anadolu'da doğdum, 
Uygarlıktan yanayım. 

En kutlu bilgi bende, 
Varlığa sevgi bende, 
Tanrısal sezgi bende, 
Yaşam ile sınayım. 





Yüreğim canın hası, 
Dilim unutsun yası, 
Özden sileyim pası, 
Bilgeliğe kanayım. 

GÖĞCELİ günüm bugün, 
Geride dünüm bugün, 
Aydınlık önüm bugün, 
ATA'ma sevgi sunayım.. 

Öznur TANAL 

8 Mart 2016




CEYAR ÖLDÜ..


20.02.2016



Akşam akşam böyle duyurdu yeğenimin eşi Taner;
“Ceyar öldü!!..”
"Neden?"
"Kalp krizinden. Hastanede hem de.." 


Daha sabah iki satır kelamı gelmişti. Nereye giderdi?
Ceyar lakaplı Mehmet YILMAZ köylümüzdü. Akranımız, canımız.


Bizde "öldü" yerine "Hakk'a yürüdü" denirdi. Gençler Hakk'a yürür müydü, birileri ya da bişey kaktırır mıydı onları, kafam almazdı..

Kent hayatının kaybolmuşluğunda adı aslında “Boklu Dere” olup çağ atlayıp (!) ayıklanınca “Büklü Dere”ye çevrilen yerin kıyısında rastlaşmıştık bir-iki kez. Antalya’nın kuruyan (kurutulan) bütün arıkları gibi deresi olmayıp eskilerin “çocuk bülüğü kadar” dediği azıcık suyun akıtıldığı beton kanalın kehinde.
Gözleri ünlü dizideki ceberrut karaktere benzediği için “Ceyar” demişlerdi. Öyle bildiğimiz için zaman zaman gerçek adını bile hatırlayamadığımız canımızla yıllar sonra görüşmüşlüğümüz bir iki kuru hasbıhalla olmuştu. Böyüükk işler becerdiğimiz keşmekeşte dahaya da zamanımız yoktu..

Derken dün, öldüğü günün er sabahında köyümüzün simalarını yayınladığım sosyal medya hesabına bir sitem notu düşmüştü; “benim güzel anacığımın resmini niye koymadın? diye.. Bunu derken güzel anacığını daha o gün ağuya dağlayacağını bilir miydi acaba?  Ben de bir cenazede bir araya gelen analarımızı fırsatı ganimet bilip çektiğimi, eğer güzel bir fotoğrafı var da gönderirse anacığını da yayınlayacağımla savunmuştum kendimi..
Bir taş gelip göğsüme oturdu. Acı türküler dizildi kursağıma. Anasının, yârinin dilinden özge..

Acı ölüm, genç ölüm,
Bu nasıl gitmek gülüm?
Kara haber tez gelir,
Kırdın kanadım- kolum..


Ya da..

Bir sonsuz rüyaya açılmış gözler,
Yummayın, yummayın kirpiklerini.
Kim O’ndan daha çok hayatı özler?
Çağırır, çağırır sevdiklerini..


..


Besbelli üşütür soğuk topraklar,
Soymayın soymayın giydiklerini..


Veya..

Neme ağlayayım da neme güleyim?
Ağlamak şanıma düştü neyleyim..
Elin gülü açmış da alınan yeşil,
Şu benim güllerim soldu neyleyim..


Habrin alayım da seher yelinden
Durnam galkar’mola da gendi gölünden?
Gorkum ayrılıkdan da fikrim ölümden,
Geldi, çattı, beni buldu neyleyim?..


Pir Sultan ABDAL’ım kırklar, yediler,
Bu yolu-erkanı Onlar kurdular.
Allah verdiğini almaz dediler,
Bana verdiğini aldı neyleyim..


Sadece bu kadar olsa keşke. Ne çok acı çekmiş bu halk ki yandıkça türkülerce, ağıtlarca tütmüş.

Ey erenler ben bir derde uğradım,
Başa gelmeyincez bilinmezimiş.
Babadan da öhsüz galan oğlanın,
Başında dövleti bulunmazımış..


Babacığından öksüzdü O. Şimdi kendi de iki çoccağını dövletsiz goyup getdi gönüllü-gönülsüz. "Paşa" derlerdi babasına. Gerçek adı bu muydu onu da bilmem. O da ailede birçok kişi gibi genç yaşında kalbine yenik düşmüştü..

Yine;

Kalenin kapısı daşdır yapılmaz,
Yünsek (yüksek) penceresi dosta bakılmaz,
Bir ben ölmeyince dünne (dünya) yıkılmaz,
Dostum ağlar düşman güler bir zaman, demişti yangın bir Tahtacı Ağıdı..

Dünne yıkılmazdı elbet de gel bir de sevdiklerinin dünnesine bak..

Bu yıllarda daha çoğaldı diye mi ölümler, gocadıkça daha mı zayıf olmaya durduk biz, bana başka kâr eder oldu? Her gün onlarca babayiğidin, taze çiğdemin insanlık dışı şekillerde solmasına, hunharca bozulup melekçe bedenimize zerkedilen zehir gıdalar ve tamamen ticaret odaklı tıp uygulamaları, gidişatın olumsuz içsel yankıları ile çığ gibi büyüyen ölümlere neden bu kadar susar olduk? Sustukça ölümler azdı..

Koca YUNUS;

Şu dünyada bir nesneye,
Yanar içim, göynür özüm,
Yiğit iken ölenlere,
Göğ ekini biçmiş gibi, demişti.


Son yıllarda madende, meydanlarda, doğa, canlı ve yaşam hakkı savunmasında kaç genç yitti. Bize dokunmayan yılan bin yaşadı.. Bizi böyle yanmaz, göyünmez eden neydi?

Yaşlandıkça daha mı olgun karşılar insan ölümü, yoksa belki bizden sonra öleceğini sandığımız taze fidanlar giderken hâlâ hayatta olmanın bencilliği midir bizi böyle kör, sağır, dilsiz eden? Nerde o cenazelerde;”Oyy ben öleydim..” diyenler ya da bugünlerde bunu ana-baba ve gardaşdan gayrı kim der?

Nerde;
Adem olan adem sever,
Adalete boyun eğer,
Kul hakkı dünyayı değer,
Biz cana kıyar değiliz, diyen Aşık Mahsuni’ler?


Biter mi ölümler, susar mı yaslar? Zaten ağıtlar söyledi sözü. Bundan geri bize ağlamak mı, daha yaşanılası bir dünya kurmak için haykırmak mı düşer?
Rahat uyu kardeşimiz Ceyar. Ölümün bunları düşürdü aklıma, çok konuştum kusura kalma. Her ölüm gibi erken oldu. Biz yakıştıramayız ya Takdir-i ilahi. Yalnız bir düşünsek; böyle gelmiş böyle gitsin mi..??


DEMİRCİLER ÇARŞISI'NIN BİLGESİNDEN NASİHATLAR..

     

23.02.2016





Nisan 2015’te apartmanımızın arka bahçesine bişeyler ekmek için Antalya Demirciler Çarşısı’na çapa almaya gitmiştim. Duyarlı Antalyalılar ve Antalya gönüllüleri kentin kadim mekânlarından Demirciler Çarşısı’nı iyi bilirler. Antalya’nın kalbi sayılabilecek bir yerde iken nedense çoktandır unutmaya ve unutturulmaya çalışılan o mistik arastaya..

“Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı (!?)” demeyen, diyemeyen, bizi biz yapan  değerlerin bilincinde ve duygusunda olan kanaatkarların,
Dört kuşaktır burda olan ve herşeye rağmen kalmaya kararlı usta zanaatkârların her santimi emek ve anı yüklü uğrağına..

Demirciden aldığım çapanın ucuna sap takması için çarşının en yaşlı esnafı, bıçakçı Yusuf Amca’ya yönlendirildim. Yıllardır oralara giden, durumları ve sorunları konusunda naçizane yazılara ve belgesellere emek veren, gönül koyan biriyim. Bu çarşı ve burada yaşananların bana yansıyan kısmını kaleme aldığım için çoğunu tanıyor, onlar tarafından da biliniyordum. Hepsinin yeri ayrıydı bende. Tabi ki ki o güne kadar..

Birkaç yıl önce Vakıflar Müdürlüğü’nde çarşının sorunları ile ilgili toplantı yapılmıştı. Toplantıya en büyüğünden tek kadınına çeşitli esnaf canlar ve çeşitli kamu kurumlarından temsilciler katılmıştık. Bir vali yardımcımız içinde bulundukları maddi ve fiziksel şartların olumsuzluğu nedeniyle yaşadıkları çaresizliği adeta pamuklara sararak anlatan bu Amca’mın yüce varlığına biraz sertçe çıkıştığı günden beri O’nun gönlümdeki yeri başkaydı. Kendisine duyduğun derin sevgi ve saygı karşılıklı olunca her görüşmemiz benim için karşılıklı bir kutsama gidiydi.

Bu çarşının yaşça en kocası Yusuf Zeki SAPMAZ Usta’mız ile yaptığımız bir hasbihâli aktarmak istiyorum size. -Çoğunu tanıdığım ustalar içinde- yaşına mı, ustalığına mı, sabrına ve hoşgörüsüne mi, hep gülümseyen yüzüne ve yüreğine mi hürmet ettiğime karar veremediğim bir yaşam ustasıyla.
    

Bilge sesiyle anlattıkları öyle benden, bizdendi ki aktarmasam zay olur. Gerçi buraya can katan ustalarının çoğunun sesleri de yürekleri de bilgedir. Yaptıkları benzersiz yaratılar kodları gibi adlarına da işlemiştir. Soyadları Eğe, Körük veya Bıçakçı’dır. Bu kuralın bozulduğu ender insanlardan biridir kulak ve gönül vermenizi dilediğim ustamız. O’nun adı gibi tavrı da kalenderdir, hastır.? 

Onun için çok müdahil olmadan aktarmaya çalışacağım..

Yaşını; Doğduğumda Atatürk’ün ölümüne yas tutuyolarmış, (kıymetini bilip yasını tutanlara selam olsun :) 77’ye yaklaşıyom, diye betimledi. Aslım Korkuteli’nden. 120 sene olmuş dedem geleli. Mesleğim; Dedemin dedesinden bu yana demircilik. Annemim babasından dolayı da bıçakçıyım. 8 yaşında başladık körük çekmeye. Hem okula gittik, hem körük çektik. Böyle yaşadık ömrümüz boyunca, diyen Yusuf Amca’mız evli, 3 tane de çocuğu var.

- Sanat büyük bir hazinedir, diye başlamıştı söze. Bunu öğrendiğinle kalmeceksin. Daha da ileri götürmeye çalışceksin. Nasıl hazineden parayı çeker dağıtırsak hazine boşalır, parayı daha toplarsan hazine çoğalır, sanat da böyledir. Bi hazine gibidir. Bi yandan ustandan öğrendiğini satarken bi yandan da kendin bişeyler katıceksin sanata. Sanatı ilerleteceksin ki eğer sanatkârlar bi şeyler katmasalardı içine sanat Taş Devri’nden çıkıp da uzay devrine gelmezdi..  

Sanatkâr bi adam işini temiz yapcek, dürüst yapcek. Müşterisinin kalbini kırmecek. Bunlara çok dikkat etmesi lazım, bu bir. Bir de; kendisi beğenmediği malı müşterisine satmecek. Bunlar sanatın en büyük zirveleri. Sanatkâr adamın elinden gelenin en eyisini yapmaya çalışması lazım.
El sanatlarının da ölmesinin sebebi, fabrikalarda büyük aletlerin çalışması. Bizler de bu aletlere yetişemediğimizden dolayı biz günden güne geriliyoruz. Davamız orda. Başka yerden bi davamız yok. Yapıcemiz bişeyler de yok bundan sona. Yokuşu inişe döndermemizin imkânı yok. Ne yapalım? Şimdi başımıza gelen şeylerle yapamıcemiz şeyleri bi araya gatamayız. Gençler gibi akıllı olup da daha teferruata da giremiyoruz artık. Kafamız durdu. Bu çarkta böyle yürücez. Başga çaremiz yok bizim.

Ama gençler büyüklerin nasihatlarını alır. Büyüklerin fikirlerini alır.  Bunların içine kendi fikirlerini, kendi zekâlarını da katarlarsa bizleri çok geçer, bizden daha ileriye gederler. Eğer bunları yapmaz; “Ben yaşecem, çalışmecem, herkes çalışsın, ben avanak mıyım?” derse bu bir gün olucek ki, annıyo musun, gendisi guru ekme(ği) de bulamecek. Bunun için, iyi bi sanatkâr olmak için çalışmayı bend edecek kendine.

Uğraşıceksin. Yapdığın, başardığın şeyin daha iyisini yapmak için iyi çareler arecen. Bunları bulamazsan geride kalırsın. Senden daha eyisini öteki yapar, senin malını almazlar. İşde bunları düşüncek esnaflar. Herkes düşüncek..

Ama yalnız, devir değişti. Devir öldü. Bizim elimizdeki iptidai aletlerle bundan ileriye gedecek güçte değiliz. Bu gücü bulamadımız için de geriliyoz. Ama fabrikalarımız öyle değil. Mühendislerimiz öyle değil. Çıkmışlar, yapıyolar. Yalnız onların bi kabahatleri var;
“- Bir mühendisim ben” diye giriyor, fabrikanın başına oturuyo ve güzel şeyler yapıyo. Hocalarından öğrendiği şeyleri. Sonra, bir de bunları kullananlarla, bu işi yapanlarla bir araya gelip bir istişare edip de;

“ - Sen şurda hata yapıyosun. Şurasını acık daha ince yapsan,  burasını acık daha kalın tutsan?” dese. Ustalardan da bi fikir alsa. Yani sohbet fikri. Esas işi yapıcek olan gine O. Biz değiliz yani. Zarif yapıcem diye eğildiğini, büküldüğünü düşünmeyo. Ama böyle bir fikir alsaydı ülkenin ilerleme ayağı bi kat daha ileriye gederdi. İşte orasını, o noktaları düşünmek lazım. Yetişen mühendislerimizin kendi fikirleri ile onlardan önceki uğraşmış, tecrübeli sanatkârlarımızın, ustalarımızın fikrini bi arada ortaya koymaları lazım. Bunu koymuyolar. “Biziz!” diyolar. Bazılarını başarıyolar, başaramadıkları zaman da oluyo tabi.  Benim gençlerden şikâyetim şu;

Gençler eveli başı tembel. Efendim cep telefonuna, televizyona, internete başladığı zaman dünyayı görmeyo. Hayıırr. Dünyayı görüceksin. Dünyasız bu fen ileri gitmez. Hem dünyayı görüceksin, hem bunlara çalışceksin hem de kitabına çalışceksin. Gençler kitaba çalışmeyo şimdi. Neye çalışıyo? İnternette oyuna çalışıyo. Halbüsü hocaların anlatdını iyi dinledikden sonra, bir de kitapdan eyi anlamaları, okumaları lazım. Bende de var torun, okuyo. Anleyo musun? Ama dediğim gibi biz Ona desek de fayda yok, arkadaşları demeyo çünkü. Böyle bi durumda, çocuklar kendini oraya kapdırık. Oraya kapdırceksin, o lazım, tamam ama bir yandan da emek lazım insana. Bugün bir kız çocuğu büyüdü. Yemek pişirmesi bilmeyosa olur mu? Olmaz. Bir gız çocuğu evi temizleyip süpürmesini bilmeyosa olur mu? Olmaz. Bulaşık yıkamasını bilmeyosa olur mu? Olmaz. İşte bunlar doğanın kuralı şeyler. Bunlar insanların mecbur yapıcek olduğu hizmetler. Ee, bunları yapmazsa, “ben okuyom, ben internete bakıyom” dee (diye) ayırırsa kendisini ne olur?

Herkes ayrılırsa kim kalacak ortada? Bu işleri ehdiyarlar mı yapıcek? Hadi ehdiyarlar da öldü. Sona nolcek? Dünya baki değil ki. ölcez biz de. Ehdiyarlar yapdı, yapdı da oldu ya eli aya dutmaz oldu. Ne yapcez? Böyle sorunlar var gençlerle. Kuşak farkından dolayı bunlar oluyo ama iyi bi talebe, iyi bi insan iki tarafında terazili tutup fikirlerini alması lazım. Bunları almazsa, bunları toplayamazsa işde o zaman pişman olur.
Bir esnafın kazandığı on kuruşsa bu esnaf o on kuruşu yeyemez. Yerse batar. Bu adam on kuruş kazandıysa bunun beş kuruşunu anca yeyebilir. Çünkü sermayesine lazım para, böyüyen çocuğuna lazım, alete-edevata lazım. Bu kadar yere para lazımsa, hepsini kendisi yerse ondan sonraki malzemeleri nasıl alcek? Burdaki önemli nokda bu, anneyo musun? Biz babalarımızdan, dedelerimizden, usdalarımızdan bunu öğrendik. Hatda şöle derlerdi;

“Parayı herkez kazanır. Hatta ihtiyar köpekler dahi kazanır ama parayı tutmak için altundan el lazım” derlerdi. İşde bu atasözlerimiz bize doğru yolu tutmaya çalışdırdı. Onun için büyüklerin sözlerini, nasihatlarını alıcen, hesabına geliyosa cebine gatcen. Gelmiyosa çıkar at. Kimse bunları söylemekle senden beş guruş para isdemeyo, anneyo musun? Benim için büyük laf. Ben bunu saklayam, bilem kıymetini.     

Yine bi tane daha söyleyem, eyi olsun. Benim usdam babamdı. Bi gün komşum usdaya babamın çalışmasından acizlendim. Oyun oynardı, tavla oynardı. Biz de çalışamazdık. Tek kişi çalışılmazdı o zaman. İki – üç kişi çalışcen. Velhasılı, O’na dedim ben; “Ya amca ne yabıcez böyle? Babam durmadan gavede, ben de bişe yapameyom. Çalışameyom tek başıma.”
- Oğlum, dedi. Buna bişey deyemeyiz. O kılıç bi gün senin eline geşcek, dedi. O gılıç senin eline geşdiği zaman sen de o gılıcın değerini veremezsen sana yazıklar olsun! Biz şimdi Onların gıybetini etmelim, gayretleri olsun..

Bu gılıç benim elimde atmış senedir duruyo. Ben atmış senedir çocuklarımı okuttum. Evimi yapdım ve ailemi rezil etmecek şekilde yaşatdım. Ee, şimdi bol mıkdarda değil. Kanaatla.. Ama ööle; “Bilmem nerde eğlencem, bilmem nerde gezcem” değil. Yememi, ekmemi yapabildim ama öle yerlere para atmadık. Bu atmış senede eğer ben hakikaten ben o Mustafa Amcamın dediği gibi kılıcımı kullanamadıysam bana yazıklar olsun..

Bi insan bi işi yaparken gözü işde olucek daima. Yani ne işi yapıyosan yap. Şoförsen gözün şöförlüğünde, taşta çalışıyosan taşda, hizarda çalışıyosan hizarda olucek. Sakın ola ki arkaya bakmecen. Sakın ola ki yana bakmeceksin. Daima dikkatle bakıceksin. Bi de uykusuz galmeceksin. Uykunu almış olceksin. Bunları yaparsan elini ayanı parçalamazsın ve toplumda iyi bi usda olarak tanınırsın, yaşarsın.

Babamın beni dükkândan kovduğu bi zaman inşaat temizliğinde çalıştım. Yaz günü sıcaklarında Antbirlik depolarını yapıyorduk. Yaşım 16. Orda çalışdığım zaman da montajda dahi usda olcem için beni montaja verdiler. Bana demir kesen arkadaş vardı. Askerliğini yapıp gelikti, büyüktü. Kuvvetli, demir kescek deye Onu makasa verdiler. Velhasılı ben yukarı çıkdım, montaja, “sen, dediler demiri sür. Pilyeyi sür. Pilyanın boyu 10 metre. Yanları kıvrık, bişeydi. Bir çıbıktan bi tane, 22’lik. Demirin kalınlığı. Bileğime yakın yani kalınlığı. Şimdi bi tanesini onların dediği gibi sürdüm demiri. Ne belim kaldı, ne ayaklarım kaldı, ne takatım kaldı. Akşama kadar onu sürcem orda. “Eyvah, ben dedim burda bitdim. Burda öldüm.” Öyle ya, kolay değil. Velhasılı o demiri combazlar gibi ortasından dutdum. Haa, şeyi de anlatalım ki, onu herkes şey yapmasın. Kirişin derinliği 80 santim. 2.5 santim perde. 2.5 santim tahtası. Etti beş. Beş de yanında, on. Şurası 10 santim, burası da 10 santim. Bunun arası da 40 santim. Bööle o perdelerin üstünde, sallanan perdenin üstünde yürüdüm. Demiri tam ortasına getirdim, ortaya. Elimde combaz gibi tuttuğum demiri, getirdim. Perdenin bi tanesine iki ayağımı döndürdüm. Demiri uzattım, hemen onlar da kaptılar demiri. “Ohh, dediler. İşte şimdi yaptık binayı.” Düştükten sonra 12 metreden aşşa düşmezsin. Hani öyle yüksekteydi..

Velhasılı böle iki ay orda çalıştım. Çalışdıkdan sonra Dokuma Fabrikası’nın demir işlerine geşdik. Oraya geşdimizde benim vazifemi, benim yapdım o işi usda almaya başladı. Taşaron. Ve sonunda o tutuyom derken yapışıyo şeye, tahda boşdaymış, düşdü aşşaya. Bi kolu, iki baca kırıldı. Hasdanede yatdı burda. Ziyaretine getdim, “Usda geşmiş olsun” deye.”Ah kerata, sen getdin, bana bunları yaşatdın, dedi. Sen olsaydın bunları yapdırmazdın, yapardın sen, dedi.” Olcee varmış. Orda öğlene kadar yoruluyoduk. Çok fena yoruluyoduk ve o yorgunluğu, çay akıyodu Meydan’ın orda, çok hızlı akar. Soğukdur. Ona yememi yedimmi atlıyorum, çakılların üsdüne yatıyorum. Banyomu alıp keyindikden sonra 15 dakka da güneşte kalıyodum. Bende bi tane yorgunluk kalmeyodu. Ama içeriyi yeyomuş. Sulu zatürreye tutulmuşum. Bi yandan soğuğa alışdırıyom vücudu, bi yandan sıcağa alışdırıyom.Gençler de bunları yapmasınlar yani. Bunlar kötü şey.”

Velhasılı öyle bi hasdalık geçirdik ama Allah razı olsun Dr. Mehmet TOSUN’dan. İyi bi doktordu. O dedi bana;
- Kaç gün oldu hasta olalı?
- Üç gün, dedim. Akrabamız da oluyodu.
- Altı ay önce senin böğrün ağrımıyo muydu?” dedi.
- Ağrıyodu, dedim.
- Niye gelmedin o zaman, dedi?
- Geldi, geçti, dedim.
- İşte bu onun şeyi, dedi ve çok güzel tedavi etti. Kurtardı bizi, anneyo musun? Ondan sonra da her “hasyayım” deye getdiğimde evvela zatüryeden başlardı kontrola.
- Nasıl bir tedavi uyguladı sana?
- Kan yapıcı ilaçlar verdi. Gıyma, iki sefer çekilmiş. Yıkanmama cezası. Çok şeyleri kesti. İstirahat verdi, çalışma yok. Velhasılı, bunun için çok şeyler kurtardık çok şükür. Bu yaşa geldik. Buraya gadarını biliyom ama sonumuz ne olur bilmem?
- İşallah iyi, hayırlı olur sonumuz. Allah hepimizin sonunu hayır etsin.
- İşalla yavrum.  
- Peki, başka gençlere söylemek istediğin bişey var mı, son olarak? Söyledin gerçi çoğunu da.
- Gençlerin ekseri yapıce şeyler; büyükleri sevsin. Küçükleri de gorusun. Maalesef bunları yapmıyorlar. Benden başka kimse yok görüyolar kendileri. Halbüsü değil. Hepimiz bi arada olmazsak yakışmayız. Tek başına bi insan dağda-bayırda koşsa ne dersin O’na? Deli dersin. Neden? İnsanlar toplumda yakışır. Toplumda birbirlerine gelip giderek anlarlar. Gençler bunları da yapmıyolar. Bunların yanında onlara ders veren hocaları ti’ye alıyolar. Bunlar yanlış. Çünkü Onun fikri neyse onu söylicek sana. Haa, sen onun fikrinde bi yanlış bulduysan sen de kafandan o yanlışını düzelt. Düzeltmeye çalış. “ Burda bana anlattı ama şurda hocamın yanlışı var. Ben bunu yapmayam.” De. Sen de onu düzelt e mi? Bunlar gibi şeyler çok önemli.

Terbiye çok önemli. Bunları yaparlarsa gençlerimiz pırlanta gibi çocuklar. Biz gençlerimize, evlatlarımıza kötü demiyoz. Öyle bişey yok. Ama deli toyluğun şeyinden, anneyo musun? Kalp kırıcı şeyleri de yapmaları yanlış. Ve çalışmaları lazım. Çok çalışmaları lazım. Çünkü fen boyuna ileri gediyo. Esgiden hamballıkla gazanıyoduk parayı. Şimdi fenle kazanılıyor. Bunları bilmezse, bi ipin ucuna sahip olamazsa, bunları bilmek lazım. Bunları bilmesi için de çok çalışması lazım. Her yönden ama. Yalnız guvvetle değil. Fikirle, okumakla, araştırmakla. Bunların hepsi çok önemli. Gençlerin bunları çözmeleri lazım. Bunları çözemezlerse akıbetleri iyi olmaz.





- Geleceğimizi nasıl görüyorsun peki?
- Geleceğimizi de “iyi görüyom” desem, yalan. “Kötü görüyom” desem, yine yalan. “Neden?” deceksin. İyi olmamız için hepimizin birer evi olması lazım. “Kötüyüz” desek, hepimiz de kötü deyiliz ki. İçimizde iyimiz de var. Şimdi bunun hangisini alalım ele? Biz iyi olmaya çalışalım. Başga decek bişey yok.
- Herkes kendinden sorumlu de mi?
- Hesabı orda yalnız vericek herkez. Orda kimse kimseye garışmeyo. Hatda babası evladına, evladı babasına garışmeyo. Orası öyle bi yer. Onun için oraya getmeden biz burda kendimizi düzeltirsek eyi olur.
- Ağzına sağlık amcacığım. Çok güzel oldu.
- İşallah yavrum. Bi insan şuraya bi gazık çaksa, hayvanını bağlasın kenarda, gaçmasın hayvanı deye. Yemi – suyu yakınında. Bi başkası gelse, “iyi yapmış bunu ama bu burda değil, şurda olsa daha eyi”deyip bunu burdan söküp şuraya çakarsa o da sevap gazanıyo. Öbürü de gazanıyo, o da gazanıyo. İnsanlar iyi niyetlerini kullandığı müddetçe iyi niyetlerinin karşılığı gelir. Ama iyi niyetleri yerine kötü niyetlerini gullanıyosa bil ki onun da akibeti kötü olucektir. Eninde sonunda. Ama şu gün mü olur, ne zaman olur, ona bişe diyemem..
- Akibetimiz hayır olsun...