Nisan 2015’te apartmanımızın arka
bahçesine bişeyler ekmek için Antalya Demirciler Çarşısı’na çapa almaya
gitmiştim. Duyarlı Antalyalılar ve Antalya gönüllüleri kentin kadim
mekânlarından Demirciler Çarşısı’nı iyi bilirler. Antalya’nın kalbi
sayılabilecek bir yerde iken nedense çoktandır unutmaya ve unutturulmaya
çalışılan o mistik arastaya..
“Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur
yağardı (!?)” demeyen, diyemeyen, bizi biz yapan değerlerin bilincinde ve
duygusunda olan kanaatkarların,
Dört kuşaktır burda olan ve herşeye
rağmen kalmaya kararlı usta zanaatkârların her santimi emek ve anı yüklü
uğrağına..
Demirciden aldığım çapanın ucuna sap
takması için çarşının en yaşlı esnafı, bıçakçı Yusuf Amca’ya yönlendirildim.
Yıllardır oralara giden, durumları ve sorunları konusunda naçizane yazılara ve
belgesellere emek veren, gönül koyan biriyim. Bu çarşı ve burada yaşananların
bana yansıyan kısmını kaleme aldığım için çoğunu tanıyor, onlar tarafından da
biliniyordum. Hepsinin yeri ayrıydı bende. Tabi ki ki o güne kadar..
Birkaç yıl önce Vakıflar Müdürlüğü’nde
çarşının sorunları ile ilgili toplantı yapılmıştı. Toplantıya en büyüğünden tek
kadınına çeşitli esnaf canlar ve çeşitli kamu kurumlarından temsilciler
katılmıştık. Bir vali yardımcımız içinde bulundukları maddi ve fiziksel
şartların olumsuzluğu nedeniyle yaşadıkları çaresizliği adeta pamuklara sararak
anlatan bu Amca’mın yüce varlığına biraz sertçe çıkıştığı günden beri O’nun
gönlümdeki yeri başkaydı. Kendisine duyduğun derin sevgi ve saygı karşılıklı
olunca her görüşmemiz benim için karşılıklı bir kutsama gidiydi.
Bu çarşının yaşça en kocası Yusuf Zeki
SAPMAZ Usta’mız ile yaptığımız bir hasbihâli aktarmak istiyorum size. -Çoğunu
tanıdığım ustalar içinde- yaşına mı, ustalığına mı, sabrına ve hoşgörüsüne mi,
hep gülümseyen yüzüne ve yüreğine mi hürmet ettiğime karar veremediğim bir
yaşam ustasıyla.
Bilge sesiyle anlattıkları öyle benden,
bizdendi ki aktarmasam zay olur. Gerçi buraya can katan ustalarının çoğunun
sesleri de yürekleri de bilgedir. Yaptıkları benzersiz yaratılar kodları gibi
adlarına da işlemiştir. Soyadları Eğe, Körük veya Bıçakçı’dır. Bu kuralın
bozulduğu ender insanlardan biridir kulak ve gönül vermenizi dilediğim ustamız.
O’nun adı gibi tavrı da kalenderdir, hastır.?
Onun için çok müdahil olmadan aktarmaya çalışacağım..
Yaşını; Doğduğumda Atatürk’ün
ölümüne yas tutuyolarmış, (kıymetini bilip yasını tutanlara selam
olsun :) 77’ye yaklaşıyom, diye betimledi. Aslım Korkuteli’nden. 120 sene olmuş
dedem geleli. Mesleğim; Dedemin dedesinden bu yana demircilik. Annemim
babasından dolayı da bıçakçıyım. 8 yaşında başladık körük çekmeye. Hem
okula gittik, hem körük çektik. Böyle yaşadık ömrümüz boyunca, diyen Yusuf
Amca’mız evli, 3 tane de çocuğu var.
- Sanat büyük bir hazinedir, diye
başlamıştı söze. Bunu öğrendiğinle kalmeceksin. Daha da ileri götürmeye
çalışceksin. Nasıl hazineden parayı çeker dağıtırsak hazine boşalır, parayı
daha toplarsan hazine çoğalır, sanat da böyledir. Bi hazine gibidir. Bi yandan
ustandan öğrendiğini satarken bi yandan da kendin bişeyler katıceksin sanata.
Sanatı ilerleteceksin ki eğer sanatkârlar bi şeyler katmasalardı içine sanat
Taş Devri’nden çıkıp da uzay devrine gelmezdi..
Sanatkâr bi adam işini temiz yapcek,
dürüst yapcek. Müşterisinin kalbini kırmecek. Bunlara çok dikkat etmesi lazım,
bu bir. Bir de; kendisi beğenmediği malı müşterisine satmecek. Bunlar sanatın
en büyük zirveleri. Sanatkâr adamın elinden gelenin en eyisini yapmaya
çalışması lazım.
El sanatlarının da ölmesinin
sebebi, fabrikalarda büyük aletlerin çalışması. Bizler de bu aletlere
yetişemediğimizden dolayı biz günden güne geriliyoruz. Davamız orda. Başka
yerden bi davamız yok. Yapıcemiz bişeyler de yok bundan sona. Yokuşu inişe
döndermemizin imkânı yok. Ne yapalım? Şimdi başımıza gelen şeylerle yapamıcemiz
şeyleri bi araya gatamayız. Gençler gibi akıllı olup da daha teferruata da
giremiyoruz artık. Kafamız durdu. Bu çarkta böyle yürücez. Başga çaremiz yok
bizim.
Ama gençler büyüklerin nasihatlarını
alır. Büyüklerin fikirlerini alır. Bunların içine kendi fikirlerini, kendi
zekâlarını da katarlarsa bizleri çok geçer, bizden daha ileriye gederler. Eğer
bunları yapmaz; “Ben yaşecem, çalışmecem, herkes çalışsın, ben avanak mıyım?”
derse bu bir gün olucek ki, annıyo musun, gendisi guru ekme(ği) de bulamecek.
Bunun için, iyi bi sanatkâr olmak için çalışmayı bend edecek kendine.
Uğraşıceksin. Yapdığın, başardığın şeyin
daha iyisini yapmak için iyi çareler arecen. Bunları bulamazsan geride
kalırsın. Senden daha eyisini öteki yapar, senin malını almazlar. İşde bunları
düşüncek esnaflar. Herkes düşüncek..
Ama yalnız, devir değişti. Devir öldü.
Bizim elimizdeki iptidai aletlerle bundan ileriye gedecek güçte değiliz. Bu
gücü bulamadımız için de geriliyoz. Ama fabrikalarımız öyle değil.
Mühendislerimiz öyle değil. Çıkmışlar, yapıyolar. Yalnız onların bi kabahatleri
var;
“- Bir mühendisim ben” diye giriyor,
fabrikanın başına oturuyo ve güzel şeyler yapıyo. Hocalarından öğrendiği
şeyleri. Sonra, bir de bunları kullananlarla, bu işi yapanlarla bir araya gelip
bir istişare edip de;
“ - Sen şurda hata yapıyosun. Şurasını
acık daha ince yapsan, burasını acık daha kalın tutsan?” dese. Ustalardan
da bi fikir alsa. Yani sohbet fikri. Esas işi yapıcek olan gine O. Biz değiliz
yani. Zarif yapıcem diye eğildiğini, büküldüğünü düşünmeyo. Ama böyle bir fikir
alsaydı ülkenin ilerleme ayağı bi kat daha ileriye gederdi. İşte orasını, o
noktaları düşünmek lazım. Yetişen mühendislerimizin kendi fikirleri ile
onlardan önceki uğraşmış, tecrübeli sanatkârlarımızın, ustalarımızın fikrini bi
arada ortaya koymaları lazım. Bunu koymuyolar. “Biziz!” diyolar. Bazılarını
başarıyolar, başaramadıkları zaman da oluyo tabi. Benim gençlerden
şikâyetim şu;
Gençler eveli başı tembel. Efendim cep
telefonuna, televizyona, internete başladığı zaman dünyayı görmeyo. Hayıırr.
Dünyayı görüceksin. Dünyasız bu fen ileri gitmez. Hem dünyayı görüceksin, hem
bunlara çalışceksin hem de kitabına çalışceksin. Gençler kitaba çalışmeyo
şimdi. Neye çalışıyo? İnternette oyuna çalışıyo. Halbüsü hocaların anlatdını
iyi dinledikden sonra, bir de kitapdan eyi anlamaları, okumaları lazım. Bende
de var torun, okuyo. Anleyo musun? Ama dediğim gibi biz Ona desek de fayda yok,
arkadaşları demeyo çünkü. Böyle bi durumda, çocuklar kendini oraya kapdırık.
Oraya kapdırceksin, o lazım, tamam ama bir yandan da emek lazım insana. Bugün
bir kız çocuğu büyüdü. Yemek pişirmesi bilmeyosa olur mu? Olmaz. Bir gız çocuğu
evi temizleyip süpürmesini bilmeyosa olur mu? Olmaz. Bulaşık yıkamasını
bilmeyosa olur mu? Olmaz. İşte bunlar doğanın kuralı şeyler. Bunlar insanların
mecbur yapıcek olduğu hizmetler. Ee, bunları yapmazsa, “ben okuyom, ben
internete bakıyom” dee (diye) ayırırsa kendisini ne olur?
Herkes ayrılırsa kim kalacak ortada? Bu
işleri ehdiyarlar mı yapıcek? Hadi ehdiyarlar da öldü. Sona nolcek? Dünya baki
değil ki. ölcez biz de. Ehdiyarlar yapdı, yapdı da oldu ya eli aya dutmaz oldu.
Ne yapcez? Böyle sorunlar var gençlerle. Kuşak farkından dolayı bunlar oluyo
ama iyi bi talebe, iyi bi insan iki tarafında terazili tutup fikirlerini alması
lazım. Bunları almazsa, bunları toplayamazsa işde o zaman pişman olur.
Bir esnafın kazandığı on kuruşsa bu
esnaf o on kuruşu yeyemez. Yerse batar. Bu adam on kuruş kazandıysa bunun beş
kuruşunu anca yeyebilir. Çünkü sermayesine lazım para, böyüyen çocuğuna lazım,
alete-edevata lazım. Bu kadar yere para lazımsa, hepsini kendisi yerse ondan
sonraki malzemeleri nasıl alcek? Burdaki önemli nokda bu, anneyo musun? Biz
babalarımızdan, dedelerimizden, usdalarımızdan bunu öğrendik. Hatda şöle
derlerdi;
“Parayı herkez kazanır. Hatta ihtiyar
köpekler dahi kazanır ama parayı tutmak için altundan el lazım” derlerdi. İşde
bu atasözlerimiz bize doğru yolu tutmaya çalışdırdı. Onun için büyüklerin
sözlerini, nasihatlarını alıcen, hesabına geliyosa cebine gatcen. Gelmiyosa çıkar
at. Kimse bunları söylemekle senden beş guruş para isdemeyo, anneyo musun?
Benim için büyük laf. Ben bunu saklayam, bilem kıymetini.
Yine bi tane daha söyleyem, eyi olsun.
Benim usdam babamdı. Bi gün komşum usdaya babamın çalışmasından acizlendim. Oyun
oynardı, tavla oynardı. Biz de çalışamazdık. Tek kişi çalışılmazdı o zaman. İki
– üç kişi çalışcen. Velhasılı, O’na dedim ben; “Ya amca ne yabıcez böyle? Babam
durmadan gavede, ben de bişe yapameyom. Çalışameyom tek başıma.”
- Oğlum, dedi. Buna bişey deyemeyiz. O
kılıç bi gün senin eline geşcek, dedi. O gılıç senin eline geşdiği zaman sen de
o gılıcın değerini veremezsen sana yazıklar olsun! Biz şimdi Onların
gıybetini etmelim, gayretleri olsun..
Bu gılıç benim elimde atmış senedir
duruyo. Ben atmış senedir çocuklarımı okuttum. Evimi yapdım ve ailemi rezil
etmecek şekilde yaşatdım. Ee, şimdi bol mıkdarda değil. Kanaatla.. Ama ööle;
“Bilmem nerde eğlencem, bilmem nerde gezcem” değil. Yememi, ekmemi yapabildim
ama öle yerlere para atmadık. Bu atmış senede eğer ben hakikaten ben o Mustafa
Amcamın dediği gibi kılıcımı kullanamadıysam bana yazıklar olsun..
Bi insan bi işi yaparken gözü işde
olucek daima. Yani ne işi yapıyosan yap. Şoförsen gözün şöförlüğünde, taşta
çalışıyosan taşda, hizarda çalışıyosan hizarda olucek. Sakın ola ki arkaya
bakmecen. Sakın ola ki yana bakmeceksin. Daima dikkatle bakıceksin. Bi de
uykusuz galmeceksin. Uykunu almış olceksin. Bunları yaparsan elini ayanı
parçalamazsın ve toplumda iyi bi usda olarak tanınırsın, yaşarsın.
Babamın beni dükkândan kovduğu bi zaman
inşaat temizliğinde çalıştım. Yaz günü sıcaklarında Antbirlik depolarını
yapıyorduk. Yaşım 16. Orda çalışdığım zaman da montajda dahi usda olcem için
beni montaja verdiler. Bana demir kesen arkadaş vardı. Askerliğini yapıp
gelikti, büyüktü. Kuvvetli, demir kescek deye Onu makasa verdiler. Velhasılı
ben yukarı çıkdım, montaja, “sen, dediler demiri sür. Pilyeyi sür. Pilyanın
boyu 10 metre. Yanları kıvrık, bişeydi. Bir çıbıktan bi tane, 22’lik. Demirin
kalınlığı. Bileğime yakın yani kalınlığı. Şimdi bi tanesini onların dediği gibi
sürdüm demiri. Ne belim kaldı, ne ayaklarım kaldı, ne takatım kaldı. Akşama
kadar onu sürcem orda. “Eyvah, ben dedim burda bitdim. Burda öldüm.” Öyle ya,
kolay değil. Velhasılı o demiri combazlar gibi ortasından dutdum. Haa, şeyi de
anlatalım ki, onu herkes şey yapmasın. Kirişin derinliği 80 santim. 2.5 santim
perde. 2.5 santim tahtası. Etti beş. Beş de yanında, on. Şurası 10 santim,
burası da 10 santim. Bunun arası da 40 santim. Bööle o perdelerin üstünde,
sallanan perdenin üstünde yürüdüm. Demiri tam ortasına getirdim, ortaya. Elimde
combaz gibi tuttuğum demiri, getirdim. Perdenin bi tanesine iki ayağımı
döndürdüm. Demiri uzattım, hemen onlar da kaptılar demiri. “Ohh, dediler. İşte
şimdi yaptık binayı.” Düştükten sonra 12 metreden aşşa düşmezsin. Hani öyle
yüksekteydi..
Velhasılı böle iki ay orda çalıştım.
Çalışdıkdan sonra Dokuma Fabrikası’nın demir işlerine geşdik. Oraya geşdimizde
benim vazifemi, benim yapdım o işi usda almaya başladı. Taşaron. Ve sonunda o
tutuyom derken yapışıyo şeye, tahda boşdaymış, düşdü aşşaya. Bi kolu, iki baca
kırıldı. Hasdanede yatdı burda. Ziyaretine getdim, “Usda geşmiş olsun” deye.”Ah
kerata, sen getdin, bana bunları yaşatdın, dedi. Sen olsaydın bunları yapdırmazdın,
yapardın sen, dedi.” Olcee varmış. Orda öğlene kadar yoruluyoduk. Çok fena
yoruluyoduk ve o yorgunluğu, çay akıyodu Meydan’ın orda, çok hızlı akar.
Soğukdur. Ona yememi yedimmi atlıyorum, çakılların üsdüne yatıyorum. Banyomu
alıp keyindikden sonra 15 dakka da güneşte kalıyodum. Bende bi tane yorgunluk
kalmeyodu. Ama içeriyi yeyomuş. Sulu zatürreye tutulmuşum. Bi yandan soğuğa
alışdırıyom vücudu, bi yandan sıcağa alışdırıyom.Gençler de bunları yapmasınlar
yani. Bunlar kötü şey.”
Velhasılı öyle bi hasdalık geçirdik ama
Allah razı olsun Dr. Mehmet TOSUN’dan. İyi bi doktordu. O dedi bana;
- Kaç gün oldu hasta olalı?
- Üç gün, dedim. Akrabamız da oluyodu.
- Altı ay önce senin böğrün ağrımıyo
muydu?” dedi.
- Ağrıyodu, dedim.
- Niye gelmedin o zaman, dedi?
- Geldi, geçti, dedim.
- İşte bu onun şeyi, dedi ve çok güzel
tedavi etti. Kurtardı bizi, anneyo musun? Ondan sonra da her “hasyayım” deye
getdiğimde evvela zatüryeden başlardı kontrola.
- Nasıl bir tedavi uyguladı sana?
- Kan yapıcı ilaçlar verdi. Gıyma, iki
sefer çekilmiş. Yıkanmama cezası. Çok şeyleri kesti. İstirahat verdi, çalışma
yok. Velhasılı, bunun için çok şeyler kurtardık çok şükür. Bu yaşa geldik.
Buraya gadarını biliyom ama sonumuz ne olur bilmem?
- İşallah iyi, hayırlı olur sonumuz.
Allah hepimizin sonunu hayır etsin.
- İşalla yavrum.
- Peki, başka gençlere söylemek
istediğin bişey var mı, son olarak? Söyledin gerçi çoğunu da.
- Gençlerin ekseri yapıce şeyler;
büyükleri sevsin. Küçükleri de gorusun. Maalesef bunları yapmıyorlar. Benden
başka kimse yok görüyolar kendileri. Halbüsü değil. Hepimiz bi arada olmazsak
yakışmayız. Tek başına bi insan dağda-bayırda koşsa ne dersin O’na? Deli
dersin. Neden? İnsanlar toplumda yakışır. Toplumda birbirlerine gelip giderek
anlarlar. Gençler bunları da yapmıyolar. Bunların yanında onlara ders veren
hocaları ti’ye alıyolar. Bunlar yanlış. Çünkü Onun fikri neyse onu söylicek
sana. Haa, sen onun fikrinde bi yanlış bulduysan sen de kafandan o yanlışını
düzelt. Düzeltmeye çalış. “ Burda bana anlattı ama şurda hocamın yanlışı var.
Ben bunu yapmayam.” De. Sen de onu düzelt e mi? Bunlar gibi şeyler çok önemli.
Terbiye çok önemli. Bunları yaparlarsa
gençlerimiz pırlanta gibi çocuklar. Biz gençlerimize, evlatlarımıza kötü
demiyoz. Öyle bişey yok. Ama deli toyluğun şeyinden, anneyo musun? Kalp kırıcı
şeyleri de yapmaları yanlış. Ve çalışmaları lazım. Çok çalışmaları lazım. Çünkü
fen boyuna ileri gediyo. Esgiden hamballıkla gazanıyoduk parayı. Şimdi fenle
kazanılıyor. Bunları bilmezse, bi ipin ucuna sahip olamazsa, bunları bilmek
lazım. Bunları bilmesi için de çok çalışması lazım. Her yönden ama. Yalnız
guvvetle değil. Fikirle, okumakla, araştırmakla. Bunların hepsi çok önemli.
Gençlerin bunları çözmeleri lazım. Bunları çözemezlerse akıbetleri iyi olmaz.
- Geleceğimizi nasıl görüyorsun peki?
- Geleceğimizi de “iyi görüyom” desem,
yalan. “Kötü görüyom” desem, yine yalan. “Neden?” deceksin. İyi olmamız için
hepimizin birer evi olması lazım. “Kötüyüz” desek, hepimiz de kötü deyiliz ki.
İçimizde iyimiz de var. Şimdi bunun hangisini alalım ele? Biz iyi olmaya
çalışalım. Başga decek bişey yok.
- Herkes kendinden sorumlu de mi?
- Hesabı orda yalnız vericek herkez.
Orda kimse kimseye garışmeyo. Hatda babası evladına, evladı babasına garışmeyo.
Orası öyle bi yer. Onun için oraya getmeden biz burda kendimizi düzeltirsek eyi
olur.
- Ağzına sağlık amcacığım. Çok güzel
oldu.
- İşallah yavrum. Bi insan şuraya bi
gazık çaksa, hayvanını bağlasın kenarda, gaçmasın hayvanı deye. Yemi – suyu
yakınında. Bi başkası gelse, “iyi yapmış bunu ama bu burda değil, şurda olsa
daha eyi”deyip bunu burdan söküp şuraya çakarsa o da sevap gazanıyo. Öbürü de
gazanıyo, o da gazanıyo. İnsanlar iyi niyetlerini kullandığı müddetçe iyi
niyetlerinin karşılığı gelir. Ama iyi niyetleri yerine kötü niyetlerini
gullanıyosa bil ki onun da akibeti kötü olucektir. Eninde sonunda. Ama şu gün
mü olur, ne zaman olur, ona bişe diyemem..
- Akibetimiz hayır olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder