ANTALYA TAHTACILARI'NDA BAZI HALK İNANMALARI ve HALK HEKİMLİĞİ UYGULAMALARI
Öznur TANAL
Antalya Tahtacıları'nda
çeşitli hastalıklar veya doğaüstü güçlerle ilgili yakınmalara karşı yapılan,
genel olarak halk arasında "Tılsım, Hurafe, Sanaka" gibi adlarla
anılan her türlü inanma ve bunlar için uygulanan pratiklere "Urasa veya
Ürüsüm" denir.
HAMİLELİK ve DOĞUM ÖNCESİ:
-
Çocuğa
kalmamak için kadınlar "Allah Emri" dedikleri cinsel ilişkiden önce
rahimlerine aspirin koyarlarsa
hamile kalmayacaklarına inanırlar.
-
Hiç
çocuğu olmayan veya oğlan çocuğu doğurmayan kadınlar asla yerilmez.
- Çocuğu olmayan
kadınların çocuğunun olması için dilek dilemeye gidilen yatırlardaki dilek
ağacına bezden iki ucu bağlı, hamak şeklinde bir salıncak kurulur. Bu salıncağa
yavaşça atılan taş salıncağı sallarsa kadının çocuğunun olacağına, sallamazsa
olmayacağına inanılır.
- Çocuğu olmayan
kadınlara küllü su içirilip yüksek bir yerden atlatılır.
- Çocuğu durmayan
kadına "Tıbıkalı" derler ve Kaklıktaşı Köyü'ndeki hocaya bu durumdaki
kadın için muska yazdırılır. "Yılan avı" ( yılan tam yiyeceği sırada
ağzından alınan yem ) yastığına dikilir. (Mersin Kızılkaya Köyü)
- Çocuğu yaşamayan
kadının çocuğunu iki ihtiyar kucağına alıp gezdirir. Bu sırada her evden
yağlık, pantolon, şapka, mintan gibi hediyeler toplarlar. Sonra çocuğu annesine
getirip;
"-
Satılık çocuk var!" derler.
"-
Kaç lira!"
"-
Çok uzun ömürlü, 5 lira!" Biraz pazarlık edilir. Sonra çocuğun annesi
"Arılık "denen bir miktar bozuk parayı ihtiyarlara verip çocuğu
sembolik olarak satın alır. İhtiyarlar da bu parayı bir yetim çocuğa
bağışlarlar.
Bu uygulamanın benzeri annesine çok
benzeyen çocuklar için yapılır. Bunda çocuk ailenin kanının karışmadığı (
hiçbir akrabalık bağı olmayan ve kurulmayan ) bir aileye satılarak sonra yine
bir miktar bozuk para ( Arılık ) karşılığında geri alınır. Böylece Azrail
yanıltılmış olunur.
- Hamile kadına
"Üzerli" denir.
- Hamile kadına ayva
ve nar yedirilir.
- Hamile kadın deveye
baktırılmaz. Bakarsa 9 ay taşıyacağı çocuğu 12 aya götürürmüş.
- Tavuk eti ve
yumurtayı çok yiyen hamile kadının çocuğunun "Gurdak - Gurdangaç"
(yaramaz) olacağına inanılır.
- İlk defa doğum
yapacak bir kadın yatan bir köpeğin üstünden 3 kez geçirilirse doğumu kolay
yapacağına inanılır ( Köpek çabuk doğurduğu için - Benzetme - Taklit Büyüsü ).
Eskiden bir kadının kızı ve gelini aynı zamanda hamile (Üzerli) imiş. Kadın;
" - Ey Cenab-ı Allahım, kızım köpek
gibi, gelinim tavuk gibi gunnasın (doğursun)" diye yalvarırmış.
- Hamile kadının
çocuğunun cinsiyetini anlamak için kelle ütülüp ağız tarafı yirilir (ikiye
ayrılır). Bu sırada iki hamile gelinin adı anılır;
"Sağ
tarafı kızım, sol tarafı gelinim ya da Sağ tarafı Ayşe, sol tarafı Elif"
gibi. Eğer çene kemiğinin başı etli çıkarsa o tarafın dileği tutulan kadının
kızı, etsiz olan tarafın dileği tutulan kadının da oğlu olacağına inanılır.
- Ayrıca kız doğuracak üzerli kadının kalçasının
"görtlek (yayvan, geniş), karnı yassı, oğlan doğuracak kadının karnının
sivri olacağına inanılır.
DOĞUM SONRASI:
- Doğum yaptıran ebe
ellerini yıkayıp kına yakar. Eğer bu kınayı yakmazsa rüyasında kanlı ellerini
öne doğru uzattırıp günlerce darda durdururlarmış.
- Loğusa kadınları
"Garagor Uçmasın" (al basmasın) diye evin kapısında bir direğe beyaz
bayrak asılır.
- Yeni doğum yapan
kadın yan yatırılmaz. Böylece rahminin eğileceğine, bir daha çocuğa
kalmayacağına inanıldığı için yüzyukarı yatırılır.
- Çocuğu doğurtup
göbeğini kesen ebeye "Göbek Ebesi" denir ve doğum yapan kadın
hamileyken hazırladığı kına, şeker, havlu, Üsdonuluk (şalvarlık), çay, sabun
vb. şeyleri ebeye "Göbek Hakkı" olarak verir, hakkını helal etmesini
isteyip elini öper. O da:
"-
Birden bine kadar helal hoş olsun. Allah hayırlı kursak versin, analı babalı
büyütsün" diye dua eder.
- Hep aynı cinsiyette
çocuk doğuran kadınlara bir dahaki doğacak çocuğunun cinsiyetini değiştirmek
için alıç veya armut ağacı taşlar ve şöyle der:
"
- Alıcı taşladım, oğlanı boşladım, kıza başladım." gibi
KÜTÜK ATMA: Oğlu olan adamın evine köyün gençleri bir
kütük omuzlayıp silah ata ata, gülüp eğlenerek giderler. Kapıda onlara
"hoş geldiniz" diyen oğlan babasına;
Yaşı uzun olsun,
Düğünü güzün olsun,
Ardıç gibi dallı
olsun,
Babası gibi döllü
olsun" deyip kütüğü kapıya atarlar. Oğlan babasından koyun, davar veya
horoz, rakı, sigara gibi bahşişler alırlar.
AYDAŞ AŞI: Cılız olan, gelişmeyen çocuklara
"Aydaş" veya "Irgın" denir. Bu durumdaki çocukların
gelişmesi amacıyla üç yol çatında " Aydaş Aşı Pişirme" pratiği yapılır.
Burada kurulan kazana cılız çocuk oturtulur. İçine kocaman bir kepçe konur.
Kazanın altına yakılmadığı halde temsili olarak odun konur. Bu temsili aş
pişirme törenin görenler de birer odun getirip kazanın altına sürerler ve bu
işlem her yapılışında;
"Odun vurun
iyi pişsin, karpuz gibi şişsin" ya da "Pişirelim aydaş aşını, Sağa
sola dönderelim başını, Yolda koyalım hastalığını, derdini, yoldaşını"
derler. Bu durumda yarım saat kadar
duran çocuk eve getirilip üstü değiştirilir. Üstünden çıkan eski elbiseler yol
çatına atılıp gelinir. Aydaş aşına odun atanlara kahve pişirilir.
Bunun dışında aydaş çocuğun gelişmesi
için annesi kucağında çocuk ile bir ibrikten su dökerek başladığı yere dönmek
suretiyle bütün gece köyü dolaşır. Sabah da çocuğu Göksu Irmağı'nda çimdirir.
Aydaş çocuklar için diğer bir uygulama
yine yol çatında yapılır. Yol çatına 3 taş ve bir mal kafatası konularak çocuk
üstüne oturtulur. Çocuğa ya elekten ya da pardı yarılan baltanın deliğinden su
dökülüp çocuk çimdirilir. Sonra oraya çocuğun bir bezi ve arılık bırakılarak ardına
bakmadan eve gidilir.
DUŞAK KESME: Yeni yürümeye başlayıp çok düşen çocuklar
için; "Ayağı duşalı" denir ve duşak kesme pratiği yapılır. Çocuk ayağa dikilerek boğazına birkaç lokum,
incir ve cevizli sucuk ( bandırma) cizileri (dizi) asılır. Ayağı da çiğ iple
(pamuk ipliği gibi kolay kopacak bir ip) eğreti bir düğümle bağlanır, ayağının
dibine de bir bıçak konur. Çocuğun iki yanına annesi ve babası oturur. İlerde
bir çizgide sıralanan gençler işaretle birlikte çocuğa doğru koşarlar. En önce
gelen bıçağı alıp duşağı keser. Böylece lokum, incir ve bandırmaları almaya hak
kazanır. Bunları yarışa katılan gençler hep beraber yer ve aralarında para
toplayıp çocuğa hediye alırlar.
KÖZ SÖNDÜRME: Nazar olan çocuğa kimlerin nazar değdirdiğini
bulmak için bu işlem yapılır. Ateşin başına sıralananlardan biri közleri teker
teker alıp su dolu bir kaba atar. Bu sırada da;
" - Ayşe'nin
gözü mü değdi? Fatma'nın gözü mü değdi?" diye sorar. İnanca göre gözü
değmeyenlerin adı anılırken fıs diye sessizce sönen köz gözü değenin sırası
geldiğinde gürültülü bir sesle çatır çatır yarılır.
Kimin gözü değmişse
O çocuğun ağzına tükürür ve nazar bozulur. Közün söndürüldüğü su ile de çocuğun
yüzü, eli, ayağı yıkanıp bir yudumu da içirilir. Eğer anasını emiyorsa su
anasına içirilir. Sonra bu sudan hafifçe orada bulunanların üzerine ve kalan
suyun tamamı da günün battığı yöne serpilir. Su kabı ters çevirilip sabaha
kadar bekletilir.
EVLENME:
-
Oğlanlar
beğenmesi güçleşir diye askerden önce evlendirilir.
- Kızların çeyizine
ekmek sacı, acı (Her türlü biber ve turşuları) ve çocuktan başka her şey konur. Sac, "kara götürmek iyi olmaz" diye, acı ise ağız tadını bozmamak için çeyize
konmaz. Bütün mutfak eşyaları kız tarafınca yapılır, bunun karşılığında oğlan
tarafının çok altın takması ve ev yapması istenir. Düğün " Dört ata bir
olur, bir yuva kurar" diye tarif edilir.
- Düğünün başlayacağı gün ormandan 7-8 metre
boyunda bir yaş direk kesilir. Bu bayrak direğidir ve boyu binadan yüksek
olmalıdır. Bayrak direğinin dibine kurban kesilir, en tepesine bir bayrak, bir
elma, nar ve soğan takılır.
BAZI HASTALIKLARDA
YAPILAN UYGULAMALAR:
DALAK KESME: Dalağı şişen hasta
birinin dizine yatırılıp karnının üstünü kapatacak şekilde bir tahta, tahtanın
üstüne de bir hayvan dalağı, eğer dalak bulunamazsa bir soğan konur. Dizine
hastayı yatıran kişi tahtayı tutar. Bu sırada ilerden eli baltalı biri gelip
selam verir. Tahtayı tutan kişi selamı alır ve sorar:
" - Nerden gelirsin?"
" - Dalak Dağından."
" - Dalak kesebilir misin?"
" - Keserim."
" - Kesemezsin" baltalı adam
dışarı çıkar. Tekrar gelir, aynı sahne tekrarlanır. 3. gelişte;
" - Keserim, Anasını
bile…..?" der ve baltayı önce dalağı şişen kişinin yüzüne doğru keskenip (vuracakmış
gibi yapıp) sakındırır ama hedef değiştirip baltayı soğana yöneltir. Bu
hareketi tekrarlayarak dalağı veya soğanı parçalara böler. Böylece korkutulan
hastanın dalağının yatışacağına inanılır.
Bu işlem bitince dalağa 40 tane çıra
çivisi batırılarak bir ulu ağaca asılır. Dalak kurudukça hastanın dalağının da
iyileşeceğine inanılır. İlk dalağı kesildiğinde hasta tartılır. Sonra günden
güne iyileştiği, benzine kan geldiği, iyileştiği vakaların yaşandığı anlatılır.
HAVAYA KATMA:
Eskiden
sıtma tutan kişileri temsili bir mezar kazıp içine ardıç dalları döşeyip içine
yatırırlarmış. Üstüne bir kat daha ardıç döşeyip bir bez örter başına kadar
toprakla kapatıp terletirlermiş. "Havaya katma" denirmiş. Böylece
bunalıp terleyen hasta iyileşirmiş.
DİĞER UYGULAMALAR:
-
Korkan
insana "gulbuca" denen bakır, tek saplı kara tavadan su içirilir.
-
Nazara
karşı bir tava veya kül küreğinin içine kömür konup üstüne günlük ve üzerlik
tohumları atılır. Bu işleme "Tütütme" adı verilir ve dumanı tüterken
bütün evde dolaştırılır.
-
Acaba
Alevîler neden vefat edenlerine Hakk'a göçtü veya gitti derler?
-
Kur'ân üç yerinde insanın ve tüm canlıların ve hatta evrenin en sonunda
Tanrı'ya geri döneceğini buyurur. Alevîler, gerçekten Alevî gibi yaşayıp, Alevî
gibi inanan, düşünen ve Hz. Muhammed'in sözü (Hadisi) ile " Ölmeden önce ölen"
insanların, tüm maddi ve manevi kirlerden arınacağını bildikleri için, ölen
canlarının doğrudan Tanrı'ya doğru yükseleceklerine inanır ve bu dilekte
bulunurlar. Şakir keçeli İnt Mesajı
-
Yakın akraba dışına güneş battıktan sonra soğan, biber gibi acı
şeyler verilmez
-
Gece ev süpürülmez.
-
Ağacın katranı ile tuz, öğleden sonra kimseye verilmez.
-
Cuma günü ev süpürülmez, çamaşır yıkanmaz.
-
Arife günü iğne tutulmaz, dikiş dikilmez.
-
Perşembe günü ikindiden güneş batıncaya kadar su içilmez.
Öznur TANAL
08.10.2008
ANTALYA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder