Bu yazıda kadına bakışın evrimini, Anadolu Aleviliğinin güçlü temsilcilerinden Tahtacılar'ın kadına bakışını dilim döndüğünce anlatmaya ve örneklemeye çalışacağım.
EVVELİM SEN OLDUN, AHİRİM SENSİN….
Dünyanın başlangıcı ile ilgili inanışa göre ilk insan olan Adem ile
Havva'dan itibaren, Hz. Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldığı inancı
nedeniyle, dünyadaki yarışa 1-0 mağlup başlar kadın. Üstelik “Ve Rab
Tanrı, Adam’dan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı. Ve onu Adam’a
getirdi. Ve Adam dedi: şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden
ettir.” (Tekvin II/ 23-24.) dediği halde.
"Âdem vardı ve varlığını anlamlandıracak bir kanıta gereksinim
duydu. Havva’yı yarattı. Havva’nın varlığıysa, koparılıp var edildiği,
kaburga kemiğinin işleviyle ölçülebilecek kadar anlamlıydı. Çünkü
insanlığın geldiği eşikte, kadının binlerce yıllık iktidarının,
tanrıçalığının, doğurganlığının ve sonsuz üretkenliğinin takası
yapılıyordu. Kadın, binlerce yıllık rolünden feragat etmişti.
Doğurganlığından ruhsal olarak vazgeçmişti. Artık yalnızca fiziksel
olarak doğuracaktı. Ve erkeğin kendisini doğurmasına izin verdi.
Bu, insanlığa bir yaradılış efsanesi olarak sunulsa da aslında
kadının kendini binlerce yıllık üretim-yaratım-doğurganlık bandının
dışına çıkarmasıydı. Kadının ilk yenilgisi yani. Bir daha asla elde
edemeyecekleri bir uygarlık seviyesinin lağvı. Kadınlığın Sevr Antlaşması. Binlerce yıl sonra her gün duymak zorunda kalacakları “eksik
etek” cümlesinin ilk kabul edilişi. Kendi yaratmadıkları ama
cinsiyetlerinin kutsallığına atfedilen sahte anayasaya atılan ilk
imza. İlk ideolojileriyle tanışmaları...
İlk ideolog Âdem'di. İdeolojiye ilk maruz kalansa Havva. İlk Anayasayı Âdem yazdı. İlk maddesi şuydu: Eksiksin, unutma! Sonrakilerse şöyle: Seni ben yarattım. Kaburga kemiğimden. Fazla uzağa gidemezsin. Soluksuz kalırsan bana döneceksin!..." (Yusuf YAVUZ, İdeoloji ve Kadın. Açıkgazete)
Sonra yasak meyveyi yemesine neden olduğu ilk ve tek kocası ile
Cennetten kovulup cezasını görür. Ancak bir bununla bitmez tabi cezası.
Ve tarih boyunca kadının yaşadığı her ne acı varsa tadar, hep bir adım
geriden usul usul çekmeyi, çektiği yazgıyı da evlatlarına yazgı olarak
miras bırakmayı sürdürür. Bugüne dek sadece "Anaerkil Dönem" denilen
altın çağda bozulabilen bu düzen böyle sürer gider. O zamanlar belki bir
süre bilmezlikten değer verilir kadına ama bu o kadar uzun boylu da
değildir hani..
"Neolitik çağlarda erkeğin döllenmedeki fonksiyonu bilinmediğinden
kadınların kendi kendilerine gebe kaldıklarına inanılırdı. Ana tanrıça
tapınmasının oluşmasındaki en önemli nedenlerden biri de, kadınların
insan soyunu tek başına sürdürdükleri inancıydı." Hasan TORLAK, Ana
Tanrıça İnancının Bitkisel Kaynakları, Yolculuk Dergisi Eylül 2002)
"İlkel çağlarda sihir ve büyü düşüncesi hâkimdi. İnsanoğlu kadının
çocuk doğurmasına akıl erdiremiyordu. Bunu gizli bir güç olarak
yorumluyordu. Bu nedenle kadından hem korkuluyor, hem de ona saygı
duyuluyordu. Öte yandan ilk çağda birçok alanda üretimi kadınlar
başlatmıştı: İp, sepet dokuma, ağla balık avlama, toprak kap, ateş yakıp
yemeği pişirme, tarak, kaşık, madeni eşyalar, boncuk, ilk hekimlik ve
şifalı otlar gibi buluşlar kadının eseriydi. Kadının el üstünde
tutulduğu "anaerkil" dönem binlerce yıl sürdü. Ne zaman insanoğlu doğal
olayları kavramaya başladı, "büyü" bozuldu. Artık kadının nasıl çocuk
sahibi olduğu anlaşılmıştı! Yetmezmiş gibi erkekler, üretim biçimini ve
savaş aletlerini geliştirdi; din devleti, tapınak-saray-ordu
biçimindeki erkek egemen örgütlenmesine yöneldi; kadının "saltanatına"
son verdi!" (Soner YALÇIN, Gazete Vatan 03.02.2008)
Anaerkillik, ataerkil toplumdan önce olduğuna inanılan bir düzendir.
Kadınlar o dönemde "doğuran ve doyuran" özelliklerinden dolayı kutsal
varlıklar olarak bilinirlerdi. Erkekler soy çizgisine sahip değillerdi.
Soy çizgisi anne tarafından belirlenirdi. Kadının erkek kardeşi çocuklar
üzerinde mutlak hâkimiyete sahipti ve kocanın üremedeki rolü
bilinmediği için pasif bir durumdaydı.
"Avcı-toplayıcı yaşam şeklini yaşayan toplumlarda erkeğin kimi zor
işleri yürütmesi beraberinde de tehlikeleri de getirmekteydi. Örneğin
erkeğin ava gitmesi, uzun zaman dönememesi ya da avda ölmesi nedeniyle
ev işleri ve çocukların bakımı anne tarafından yapılmaktaydı. Bu nedenle
uzun dönemler anaerkil dönem yaşanmıştır." (sekiz15sozluk.com)
"İnsanlığın dini tarihinde Terra Mater olarak kabul edilen Toprak
Ana, kendi üretkenliğini kendisi sağlamaktadır ve bunun birçok örneği
vardır. Buna dair Akdeniz Tanrıçalarının efsaneleri oldukça zengindir.
Kadının kutsallıkla, kutsallığın kadınla özdeşleşmesinden meydana gelen
Ana Tanrıça kültünde, bitkilerin kadınlar tarafından keşfedilmesi ve
hayvanların evcilleştirilmesinde kadınların rolü konusu, ciddi bir zemin
oluşturmaktadır. Çünkü beslenmeye yönelik bitkileri ilk önce kadın
yetiştirmiştir. Böylece kadın, toprağın ve ürünün gerçek sahibi haline
gelmiş ve ürünün bolluğundan sorumlu tutulmuştur. Çünkü kadınların
yaratılışın sırrını bildiklerine, dini anlam yüklü sırrı, hayatın,
beslenmenin ve ölümün kaynağını teşkil ettiğine inanılıyordu. Sürülü
toprak kadınla aynı düşünülmüş ve sabanın keşfi ile zirai çalışma
seksüel ilişkiyle aynı kabul edilmiştir. Bunun sonucu olarak da, kadının
büyüsel, dinsel saygınlığı artmış, toplumsal üstünlüğü, kozmik bir
modele sahip olmuştur." (Prof. Dr. Mehmet AYDIN Anadolu'da Kybele
Kültünün Düşündürdükleri)
"Engels’in "Ailenin mülkiyetin ve devletin kökeni’’ isimli
başyapıtında bahsedildiği gibi; büyük inanç sistemlerine kaynaklık eden
mitolojik bölgelere yerleşen insan toplulukları yerleşik bir hayata
geçiş, tarımla uğraşma ve hayvanları evcilleştirmeye başlamakla beraber
uzun süredir devam ettirdikleri göçebe kültürünün inanç sisteminde de
köklü değişimler yapmışlardır. Bilimsel araştırmalar tarıma geçişin
Anaerkil kültürün bir buluşu olduğunu söylemektedir." (Erdal GEÇER, Sol
Duyu, İz Edebiyat Mart 2007)
Kadının Evrimi adlı kitabında Evelyn REED bu konuyu şöyle yorumlar:
"Dünyada yalnızca altı bin yıldır ataerkil düzen görülmektedir. Daha
önce tam bir milyon yıl toplulukları kadınlar yönetmiş, hayvandan
insana geçişte en önemli rolü kadınlar üstlenmişlerdir. Dünyamızdaki ilk
çiftçiler, ilk doktor ve bilim adamları kadındır. Toplumsal güdülerin
gelişmesine cinsel ilişkiler değil, anasal işlevler yol açmıştır. Dişi
cins erkekleri hayvanlıktan çıkarıp insanlığa yükseltmiş, ırkımızı
uygarlığın eşiğine getirmiştir. (Dünyanın haline bakılırsa eşiği
geçemeden geri dönmüş hatta aşağı düşmüş olmalılar! Y.N.) Erkekler
sürekli olarak avlanmakta ve savaşmaktaydılar (sanki bugün bu durum
değişmiş gibi!) Bu nedenle insanlığı hayvansı yaşantısından kurtarıp
insan özellikleriyle donatma işi kadınlara kalmıştı., (kadınların bu işi
tam bitiremedikleri de ortadadır)" diyor.
Kadının Anadolu'daki yolculuğuna gelince:
Aşıkpaşazade tarihinde Anadolu'ya göçebe Oğuz akınlarının bitiminden sonra;
"- Ve hem Rum'da dört taife vardır ki misafirler içinde anılır. Biri Gaziyan'ı Rum, biri Ahiyan-ı Rum, biri Abdalan-ı Rum ve biri Bacıyan-ı Rum" demektedir. (Aşıkpaşazade Tarihi S.205)
"- Ve hem Rum'da dört taife vardır ki misafirler içinde anılır. Biri Gaziyan'ı Rum, biri Ahiyan-ı Rum, biri Abdalan-ı Rum ve biri Bacıyan-ı Rum" demektedir. (Aşıkpaşazade Tarihi S.205)
"Özet tanımıyla Anadolu'da gaziler, ahiler, abdallar ve bacılar diye
dört kuruluş göze çarpmaktadır. Görüldüğü üzere kadınlar da göz önüne
alınmış, doğrudan doğruya bir örgüt olarak düşünülmüştür. Tarihsel
gelişim içinde somut kanıtları olmasa, Aşıkpaşazade'ye bu konuda yalnız
olduğu için belki pek önem "verilmeyebilir. Ancak dönemi izleyen
yıllarda Osmanlı Devleti'nin kendini sağlama almak için kurduğu kimi
zaviyelerde, erkekler kadar kadınların da görev aldığını görüyoruz. Bu
zaviye kurucuları içerisinde Kız Bacı, Ahi Ana, Sakari Hatun, Fatma Bacı
gibi kadın şeyhlerin bulunup görev aldığını görüyoruz. Bu yüzyıllarda
Anadolu'da kadın tekke şeyhleri de görülmektedir. "(Ömer Lütfi BARKAN,
Kolonizatör Türk Dervişleri S. 302)
HEY BACILAR BACILAR, YETMEZ Mİ BU ACILAR??.
"Kuşkusuz Alevi düşüncesinde kadının yeri saygın ve önemlidir O
dönemdeki ad da "bacılar" dır. Doğu da "kız kardeş" anlamındaki bacı
sözü Bati da anlamını yitirmiş "hizmetçi yardımcı" anlamı almıştır.
İslamlıktan önceki Asya Türklüğünde kadın ve erkek eşittir. Türk
Mantığı'na 'göre erkek sağ kadın sol kadrolara konulmuştur. Din
karşılığı olan Toyon ile büyü karşılığı olan Şaman denktir. Bunlar da
sağ ve sol kadrolardadır. Durum böyle olunca din ile sihir (büyü) denk
ve sonuçta da kadın ekonomik hukuk ve siyasal alanlarda erkeğe denk
sayılmıştır. Totem inanışından beri kadınla erkeği ayıran peçe ve harem
gibi anlamsızlıklar da Türkler de yoktur. Bir baksa anlatımla Türklerde
güzel olan güçlü olanın zıddı ya da eksiği değil esi ve tümleyicisidir.
Dede Korkut kitabındaki Selcan Hatun Banu Çiçek gibi kadınlar gerçekte
birer alptırlar." (Nejat BİRDOĞAN: Anadolu'nun Gizli Kültürü Alevilik
S. 384)
"O dönemlerde Türklerde ataerkil aile de yoktur. Kadın tabu olmadığından erkeğin eylemleri olan av, savaş ye kurultay gibi: tüm törenlere katılırdı. Kısacası kadınlar güzel sanat dil, ahlak ve ekonomi alanlarında erkekle birlikte idi. İlkel toplumların tersine, kadın her aracı kullanabilirdi. Yalnız cinsel totemlerde ayrılmışlardı ki kadının totemi "inek", erkeğinki-"kısrak"tı. " (Ziya Gökalp, Türk Medeniyetleri Tarihi. S. 140 -141)
"O dönemlerde Türklerde ataerkil aile de yoktur. Kadın tabu olmadığından erkeğin eylemleri olan av, savaş ye kurultay gibi: tüm törenlere katılırdı. Kısacası kadınlar güzel sanat dil, ahlak ve ekonomi alanlarında erkekle birlikte idi. İlkel toplumların tersine, kadın her aracı kullanabilirdi. Yalnız cinsel totemlerde ayrılmışlardı ki kadının totemi "inek", erkeğinki-"kısrak"tı. " (Ziya Gökalp, Türk Medeniyetleri Tarihi. S. 140 -141)
"Kadın ve erkek nikâhta da denkti. (…) Kimi el beyleri savaş ve
yağmalar sonucu zengin olunca eşleriyle" yetinmemeye başladılar.
Aldıkları esirlerden eş aldılar. Töreye göre bunlar yasal olmadığından
bunlara "hatun" denilemiyordu. "Kuma" sözcüğü böylece doğdu. Kuma, bir
eş gibi değil hatunun kız kardeşi gibi tanınıyordu." (Ziya Gökalp,
a.g.e. S 296-297)
"Kadınlar Moğollarda törenlere, kurultaylara bile katıldılar. (…)
Timur döneminde devletçe düzenlenen içkili ziyafet sofralarında
bulunmuşlardır. Bu kadınlar; devlet adamlarına içkili şölen
düzenlemişler, bu şölenlerde altın ve gümüş tepsilerle getirilen şarabı,
ipek mendilleri ile tuttukları küçük kadehlerle içen kadınlarımız onur
ve gururlarını İslam ve yabancı bilginlerin bile saygıyla andıkları
biçimlerde hep korumuşlardır. İslam inanışlarına aykırı olarak,
toplumsal yaşama kadınlarımızın katılmaları Türk geleneklerine uygun
olarak İranlı ozanlarca övülmüştür. "Zeki Velidi Togan; Umumi Türk Tar.
Giriş s. 94.
"Selçuklular Dönemi'nde kadınların bilimsel çalışmalara katıldıkları da görülmektedir." (Osman Turan; Selçuklar S. 449)
Ünlü gezgin İbn Battuta Kıpçak sınırlarından girdikten sonra şöyle yazmaktadır: "Burada şaşılacak bir şeye tanık oldum. O da Türkler yanında kadınların saygı görmeleridir. Bunların yeri ve düzeyi erkeklerin üstündedir." (İbn Battuta Seyahatnamesi, Çev. Şerif Paşa, s. 325)
Ünlü gezgin İbn Battuta Kıpçak sınırlarından girdikten sonra şöyle yazmaktadır: "Burada şaşılacak bir şeye tanık oldum. O da Türkler yanında kadınların saygı görmeleridir. Bunların yeri ve düzeyi erkeklerin üstündedir." (İbn Battuta Seyahatnamesi, Çev. Şerif Paşa, s. 325)
ÂDEM OLAN ÂDEM SEVER, ADALETE BOYUN EYER.
KUL HAKKI DÜNYAYI DEĞER, BİZ CANA KIYAR DEĞİLİZ.
KUL HAKKI DÜNYAYI DEĞER, BİZ CANA KIYAR DEĞİLİZ.
Aşık Mahzuni ŞERİF
"Eski Türklerde kız çocuğunun doğması Araplarda olduğu gibi bir
yıkım, bir onursuzluk değildi." (Dede Korkut Kitabı, s. 26) Bu nedenle
ne Türklerde ne de Türkmenlerde, Arap topluluklarda İslamiyet öncesi kız
çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, İslamiyet sonrasında da
kadınların recm (taşlayarak öldürme) gibi yöntemlerle katledilmesi
görülmez.
"Anadolu'ya gelişimizde, İslam olmamıza karşın bir yandan da eski
Türk türesinin yürüdüğü bir gerçek. (Bu gelenek ve töre yaşatmada,
kadınların silah kullanmaları bile durmakta. Bertran-don de la
Broquiere, 15. yy. başında Dulkadir Beyliğinin silahlı otuz bin erkek ve
yüz bin kadından (bir yerde yüz bin yerine otuz bin diyor) oluşan bir
Türkmen gücüne sahip olduğunu söylüyor. (Fuat Köprülü, Osmanlı İmp.
Kuruluşu s. 161.)
Belki de henüz Kuran'ın dilimize iyice aktarılmamış olması, bu
yüzeysel İslamlığı doyuruyor. Yıllar ilerledikçe koyu Sünni kurallar bu
kez bir bağnazlığı dönüşüyor. Kadın hakları güçsüzleşmeye, giderek
ortadan kalkmaya varıyor. Buna, düpedüz İslamlığı neden gösteremiyoruz.
Ama Kuran'daki kimi ayetlerin, ya da kimi hadislerin yorumları Türk
toplumunu da bu aymazlıkların içine itiyor. Şöyle ki;
"Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır. Tarlanıza dilediğiniz gibi yanaşın." (El Bakara Suresi 223.)
"Erkekler, onlar (kadınlar) üzerinde (daha üstün) bir dereceye maliktirler." (El - Bakara Suresi 228.)
"Eğer iki erkek (tanık) bulunmazsa şahitlerden bir erkek ile iki kadın yeter." (El - Bakara Suresi 282) (…) gibi ayetler ve bunların yanı sıra;
"Kadınlarla danışın. Sonra onların aksine hareket edin." (Mesnevi c.l s. 182/2956.) gibi hadis ve vecizeleri okuyanlar bencil bir yaklaşımla bunlardan kendilerine de pay çıkarmak için kadınlarımızı susturma yolunu seçmişlerdir.
Öncelikle, Türk kadını bu davranış ve düşünceleri kendi özgür
mantığına ve geleneklerine aykırı görmüştür. Buna sırt çevirmiş ve gene
Alevi toplumunda yerini korumuştur. Bu arada İslamlıkla birlikte,
özellikle Bizans'tan bize geçen örtünme (tesettür) olayını da
istememişlerdir. (Fuat Köprülü, Osm. İmp. K. , S. 194.) Köprülü, bu
konuya "hayır!" diyor. Ona göre örtünme bize İslamlıktan geçmedir.
(Nejat BİRDOĞAN: Anadolu'nun Gizli Kültürü Alevilik S 388-89)
SARI SAÇLIM MAVİ GÖZLÜM.. NERDESİN DOST!.
Mustafa Kemal ATATÜRK örtünme konusunda; “Bazı yerlerde kadınlar
görüyorum ki, başına bir bez veya bir peştamal veya buna benzer bir
şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere arkasını
çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın mana ve anlamı nedir?
Efendiler medeni bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşi
vaziyete girer mi? Bu hal milleti çok gülünç gösteren bir manzaradır.
Seyahatim esnasında köylerde değil bilhassa kasaba ve şehirlerde kadın
arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok yoğun ve itina ile
kapatmakta olduklarını gördüm. Erkek arkadaşlar, bu biraz bizim
bencilliğimizin eseridir. Onlara ahlaka ait kutsal kavramları telkin
etmek, milli ahlakımızı anlatma ve onların nur ile temizlikle donatmak
esası üzerinde durulduktan sonra fazla bencilliğe lüzum kalmaz. Onlar
yüzlerini cihana göstersinler ve gözleriyle cihanı dikkatle
görebilsinler, bunda korkulacak bir şey yoktur. ” der. 1925 (Atatürk’ün
B.N.) der: Herbert Melzig, S.91-95 ) Kurtuluş savaşında canını vatanına
siper eden vefakar Türk Kadınları, Milli Mücadelenin her aşamasında
gerek cephede gerekse cephe gerisindeki bütün hizmetlere koyulmuşlardır.
Atatürk Cumhuriyet devrimlerinde öncelikle eğitimleri başta olmak üzere
görünüşleri, günlük yaşamdaki yerlerinin yüceltilmesi amacıyla
kadınımızı gözetir. Ancak bütün devrimlerde olduğu gibi Ata'nın bütün
tohumları tam filizlenmeye başladıkları sırada birer birer yolunur.
Verilen haklar yavaş yavaş geri alınarak kadın yine halifelik devrindeki
bilindik duruma doğru sürüklenir, kadına bakış değişmez.
Antalya - Elmalı - Akçaeniş Köyü'nden Rahmetli Güzel KARATAŞ
"Ve kadınlar,
Birbirinden gizleyerek bakıyorlardı ayın altında,
Geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar,
Bizim kadınlarımız.
Korkunç ve mübarek elleri,
İnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
Anamız, avradımız, yârimiz.
Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen,
Ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen.
Ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız.
Ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki.
Ve karasabana koşulan,
Ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların,
Oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar,
Bizim kadınlarımız."
Antalya - Elmalı - Akçaeniş Köyü'nden Rahmetli Güzel KARATAŞ
"Ve kadınlar,
Birbirinden gizleyerek bakıyorlardı ayın altında,
Geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar,
Bizim kadınlarımız.
Korkunç ve mübarek elleri,
İnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
Anamız, avradımız, yârimiz.
Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen,
Ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen.
Ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız.
Ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki.
Ve karasabana koşulan,
Ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların,
Oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar,
Bizim kadınlarımız."
(Nazım Hikmet, "Kuvayi Milliye", Adam Yayınları, İstanbul -1987, s.71-72)
Elbette kadının yeri bu değildir, olmamalıdır. Şu dizelerde de nasıl bakılması gerektiğini anlatır gibidir şair;
"Kimi der ki kadın uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki hayalimdir. Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran, kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu,
Ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım.
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim, hayat arkadaşımdır."
Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki hayalimdir. Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran, kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu,
Ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım.
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim, hayat arkadaşımdır."
İşte bu bakış Aleviliğin kadına bakışının da anlatımıdır. Hz. Ali'nin
kadınlara, o zamana değin görülmeyen davranışlarıyla saygı göstererek
örnek olduğu ve insanlara:
"Kadın, çiçek tabiatlı, çiçek yaratılışlıdır. Kadın bir kahraman
değildir. Her hal ve surette onunla anlaşınız. Kendisiyle iyi, gereği
gibi ve makbul görülecek, herkes tarafından beğenilecek bir tarzda
yaşayınız. Ona öyle bir hayat arkadaşı olunuz ki, o, yaşamının tadını
tatsın." diye öğütlediği anlatılmaktadır. İmam Cafer'üs Sadık'a göre de
erkekler kadınlara ne kadar sevgi gösterirlerse, inançlarının değeri o
kadar artar.
"Tahtacı inancının büyük oranda beslendiği Şamanizm'de ana hukuku,
yani anaerkil öğreti egemen olduğu için totemlerin ve koruyucu ruhların
hemen hepsi kadındır. Ruhlarla ve öbür dünyayla ilişki kurma, şifa verme
yeteneğine sahip olduğu düşünülen, ayin ve törenleri düzenleyen,
sonradan kadın ya da erkek olabilen kam ya da şaman bu öğretinin
aşamalarında ya kadındı ya da anaerkillik gereği görevlendirilmiş "kadın
gibi davranan" bir erkekti." (Esat KORKMAZ Ansiklopedik Alevilik -
Bektaşilik Terimleri Sözlüğü - 2005) Bunun kanıtı da anaerkil dönemde
Kybele Rahibi olabilmek için erkeklerin hadım olması inancı ve
uygulamasıdır.
BEKLE KAR ALTINDA KALAN BUĞDAY TANESİ,
YİNE ONUN SULARIYLA YEŞERECEKSİN.
GÖZYAŞLARIN ÇARE DEĞİL AĞLAMA BÜYÜ,
BAŞINI DİK TUTABİLİRSEN BOY VERECEKSİN.
"Aleviler yiğit, çalışkan ve doğaya saygılı insanlardır. Allah'ın
yarattığı tüm canlıları severler. Kadını ikinci sınıf vatandaş sayarak,
bir mal gibi görerek, ona şüpheyle bakarak, insan yerine koymayarak,
kapalı kapıların arkasına hapsetmez, kadına güvenirler. (Bekir COŞKUN
Hürriyet 15 Ocak 2008")
Tahtacılar bütün Anadolu Alevileri gibi kadını dişi değil kişi olarak
görürler. Sahip oldukları bu kültürde kadına yüzyıllardır anaerkil
saltanatını aratmayacak kadar, sözde değil özde değer verilmiştir.
Kadın, kendisine saygı duyulan, fikirlerine değer verilen bir varlıktır,
annedir, eştir, insandır. Çünkü yaşam ortaktır ve yaşamı güzelleştirmek
ancak eşitlik ve iki cinsin ortak çabası ile mümkündür. En hayati
kararların altına imza atılırken kadının fikri mutlaka alınır. Hatta
tıpkı Türk boylarında dünden bugüne olduğu gibi bütün önemli kararlarda
belirleyici olan, kadındır.
"Alevilikte bilimsel olarak evrendeki her şeyde varlığı kabul edilen
zıtların birliğinin, aile ve sosyal yaşamında da varlığı kabul edilir.
Bu zıtlar ki, yaşamın oluşması, devamı ve gelişmesinde bu güçlerden biri
diğerinden ne daha önemli ne de önemsizdir. Çünkü bunlar yaşamın
oluşmasının, gelişmesinin ve devamının ön koşullarıdır. Bunlardan
birinin olmaması diğerinin de ortadan kalkması demek olacağından, ikisi
de birbirleri için vardırlar ve yaşamda aynı oranda önemlidirler. "(Etem
XEMGİN, "İnsan mı Tanrıyı Yarattı?")
Burdan hareketle kadını erkekten ayırmaz, "aslanın erkeği de aslan,
dişisi de aslan" sözünü ilke edinirler. Bu konuda Naciye Bacı şunları
söyler:
Ey erenler, erler nasıl ersiniz?
Söyleyin sizinle davamız vardır.
Bacılara niçin (nakıs) dersiniz?
Bizim de Hazreti Havamız vardır.
Söyleyin sizinle davamız vardır.
Bacılara niçin (nakıs) dersiniz?
Bizim de Hazreti Havamız vardır.
Bizi de halk eden Sübhan değil mi?
Arslanın dişisi, arslan değil mi?
Söyleyin, makbul-i Rahman değil mi?
Arslanın dişisi, arslan değil mi?
Söyleyin, makbul-i Rahman değil mi?
Ümmü-gülsüm, Zeyneb, Leyla'mız vardır.
Naciye fakire, kemter bacıdır
Cümle erenlerin başı tacıdır,
Muhammed, Ali'ye kuldur, Naci'dir,
İşte: Fatımatüzzehramız vardır."
Naciye fakire, kemter bacıdır
Cümle erenlerin başı tacıdır,
Muhammed, Ali'ye kuldur, Naci'dir,
İşte: Fatımatüzzehramız vardır."
"ZAHİT BİZİ TAN EYLEME,
HAK İSMİN OKUR DİLİMİZ.
SAKIN EFSANE SÖYLEME,
HAZRETE VARIR YOLUMUZ."
Namus bakımından Alevi kadınının alnı Anadolu'nun tüm kadınları,
anaları kadar aktır. Alevi inancının yıllarca baskı altında olması
nedeniyle ibadetlerini gizli yapmaları onlara inanılmaz iftiralar
atılmasına gerekçe gösterilmiştir. Ancak onlar yanıtı sadece başı dik
bir yaşamla, sevgiyle verirler.
Bir de Alevi kadınları giyinme, karşı cinsle iletişim, vb. gibi
konularda toplumun diğer kesimlerine göre daha serbesttir. Bu nedenle
Alevi aileler arasındaki uyum ve muhabbet İslami yaşama göre daha
dengelidir. Onlar her şeyin bu dünyada olduğuna inanan öğretiden olsa
gerek öbür dünyada ayaklarının altında olacağı müjdelenen cenneti bu
dünyada yaşamayı yeğlerler.
Kadınlarını incitmezler. Hz. Ali'nin; "Haksızlıklar karşısında
eğilmeyiniz!" sözünü kendilerine rehber edip haksızlıklara başkaldıran
Tahtacı Türkmenler yüzyıllardır egemen kültür tarafından baskılara
uğradıkları halde hasımlarını bile incitmeyen bu insanlar kadınlarını
nasıl incitir? Onların doğa gibi üretken ve bereketli bedenlerini
çağdaş, insancıl düşüncelerini barındıran zihinlerini kutsarlar.
Anadolu Alevilerinde kadına saygı gösterilmesi, değer verilmesi,
toplumda ve yönetimde söz sahibi olması eski inançları ve
geleneklerinden kaynaklanmaktadır. Aleviliğin insana değer veren
öğretisi en çok kadınlarına verdikleri değerin aynası eylemlerinde
görülür. Faslı gezgin İbn Battuta (1304-1369) yaptığı Anadolu, Irak,
Iran gezilerinde, örneğin Şiraz da kadınları över çünkü bu kadınlar
kapalı, dindardır. Oysa Anadolu'daki kadınları görünce kızar ve söyle
der:
"-Dikkate değer bir şeye tanık oldum Türkler Kadınlara çok değer veriyor erkeklerin yanında konuşabiliyorlar!..." Aynı şekilde Breslau Üniversitesi'nden bir araştırma için Ankara'nın Çubuk kazasının Alevi köylerine 19.yüzyılın sonlarında gezen Alman Bilim adamı Prof. Richard Leonhard anılarında burada kaç-göç olmadığını, kadınlarla erkeklerin eşit düzeyde olduğu, bu insanların yaşam tarzının Orta Avrupa ülkeleriyle aynı olduğunu belirtmektedir. Alevilerin kadına verdiği değer yalnız yabancılar değil, aynı topraklarda yaşadıkları farklı inançlara sahip insanlarca da yadırganmış, kınanmış, hatta çeşitli iftiralara gerekçe gösterilmiştir. Oysa onlar için yârin yanağından gayrısı anadır, bacıdır, candır.
"-Dikkate değer bir şeye tanık oldum Türkler Kadınlara çok değer veriyor erkeklerin yanında konuşabiliyorlar!..." Aynı şekilde Breslau Üniversitesi'nden bir araştırma için Ankara'nın Çubuk kazasının Alevi köylerine 19.yüzyılın sonlarında gezen Alman Bilim adamı Prof. Richard Leonhard anılarında burada kaç-göç olmadığını, kadınlarla erkeklerin eşit düzeyde olduğu, bu insanların yaşam tarzının Orta Avrupa ülkeleriyle aynı olduğunu belirtmektedir. Alevilerin kadına verdiği değer yalnız yabancılar değil, aynı topraklarda yaşadıkları farklı inançlara sahip insanlarca da yadırganmış, kınanmış, hatta çeşitli iftiralara gerekçe gösterilmiştir. Oysa onlar için yârin yanağından gayrısı anadır, bacıdır, candır.
Daha yakın zamanlara kadar kadınlar esir pazarında alınıp satılırken
Tahtacılarda yüzyıllardır kadınla erkekler eşit haklara sahiptir. Bu
nedenle tek eşlilik egemendir, imam nikâhı, hülle, muta nikâhı gibi
uygulamalar ve kumalık yoktur. Erkek haklı nedenler olmadıkça, hele ki
tek bir sözle; "Boş ol" diyerek eşini boşayamaz. Mirasta da kadın erkek
aynı eşit haklara sahiptir. Mustafa Kemal Atatürk'ün kadınlarla ilgili
devrimlerinde bu toplulukları çok yakından incelediği bilinmektedir.
Alevilikte kadınla erkekler arasında haremlik selamlık, kaçgöç ve bu
amaçla örtünme de yoktur. Yüzlerini erkeklere göstermekten çekinmez,
saçlarını da doğanın olumsuz koşullarından korumak için ve isterlerse
kapatırlar. Tahtacı kadınına göre namus ve onuru korumanın yolu
kapanmaktan, kaçgöçten değil, bilinç, edep ve erkândan geçer. İnsanı
insan yapan değerler her şeyden önce sevgi, bilgi ve özgür iradedir. Hacı Bektaş-ı Veli'nin şu dizeleri adeta bunun en güzel anlatımıdır:
Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde,
Hakk'ın yarattığı her şey yerli yerinde.
Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok,
Noksanlık eksiklik senin görüşlerinde..
Hakk'ın yarattığı her şey yerli yerinde.
Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok,
Noksanlık eksiklik senin görüşlerinde..
Çocuklarının eğitiminde de kız erkek ayrımı yapmaz, Hacı Bektaş-ı
Veli'nin "Yalnız erkek çocuklarınızı değil kız çocuklarınızı da
okutunuz. Çünkü erkek çocuğu okutursanız yalnız kendisini kurtarır. Kız
çocuğunu okutursanız hem kendini, hem aileyi, hem de toplumu kurtarır"
sözüne koşulsuz inanarak özellikle kızlarını okuturlar, kızlarını
okutmayanlar düşkün (suçlu) görülürler. Bu nedenle bütün Tahtacı
topluluklarında kızların okuma oranı çok yüksektir. Eğitimde en önemli
ilkelerinden biri de Hz. Ali'nin; "Çocuğunu senin yaşadığın zamana göre
değil çocuğunun yaşayacağı zamana göre yetiştir" sözüdür.Pir Sultan Abdal'ın;
"Gel benim ey güzel servi çınarım
Yüreğime bir od düştü yanarım
Kıblem sensin, yüzüm sana dönerim
Mihrabımdır kaşlarının arası..."
Yüreğime bir od düştü yanarım
Kıblem sensin, yüzüm sana dönerim
Mihrabımdır kaşlarının arası..."
dediği bu değerli kadınlar günlük yaşamdan
ibadete, düğünden cenazeye yaşamın her alanını erkekle yan yana
yaşarlar. Alevi ibadet ayinlerinde kadın erkeğin yanında olup
Aleviliğin eşitlikçi ve toplumcu yapısını sergiler. "Alevi törenlerinde
evli olmayan, görgü cemine giremez. Evli olanlarsa eşleriyle birlikte
görülürler." (Nejat BİRDOĞAN: Anadolu'nun Gizli Kültürü Alevilik S
388-89)
"NE GÜZEL YARATMIŞ SENİ YARADAN.
İSTEMEM ESMESİN YELLER İNCİTİR…"
Tahtacı kadınları genellikle modern görünüşlü, ak benizli, topak
burunlu, renkli gözlü, güzel kadınlardır. Bu hallerinden etkilenen Ömer
Bedreddin UŞAKLI bakın bunu dizelere nasıl dökmüş;
TAHTACI GÜZELLERİ
Güneşi baltalarının ucunda taşıyarak
Buradan daha çok uzak bir ormana gidiyor.
Tahtacı güzelleri.
Buradan daha çok uzak bir ormana gidiyor.
Tahtacı güzelleri.
Kırmızı, al, yeşil, mor fistanları rüzgârın elinde bir bayrak;
Gür siyah saçlar, gümüş paralarla karışık omuzlara dökülmüş,
Çam kokusuyla dolu, taşkın göğüsler açık,
Türkülerle gidiyor, Tahtacı güzelleri.
Gür siyah saçlar, gümüş paralarla karışık omuzlara dökülmüş,
Çam kokusuyla dolu, taşkın göğüsler açık,
Türkülerle gidiyor, Tahtacı güzelleri.
Al, kırmızı, yeşil, mor fistanları rüzgârın elinde birer bayrak,
Semiz katırlarıyla yapraklara basarak,
Ormanlardan ormana,
Türkülerle gidiyor, Tahtacı güzelleri.
Yemyeşil ormanların baştacı güzelleri.
Semiz katırlarıyla yapraklara basarak,
Ormanlardan ormana,
Türkülerle gidiyor, Tahtacı güzelleri.
Yemyeşil ormanların baştacı güzelleri.
Kadınlar kendilerinin farkına vardığında dünya, doğa ve çağdaş
Türkiye Cumhuriyeti onların güzel ellerinde yeniden filizlenecektir.
11 Nisan 2008 ANTALYA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder