Doğarken farklı doğmadık,
Ayırma bizi kendinden,
Yakışmaz bize ikilik,
Ayırma bizi kendinden.
Muhlis AKARSU
Türkiye’deki
birçok Alevi yarın Muharrem Orucu’na başlıyor. Zaman zaman Muharrem
Orucu ve genel olarak Alevilikle ilgili sohbet ettiğim insanlar bana bu
konuda sorular sordular ve Alevilikle ilgili eksik ya da yanlış
fikirlerin genel olarak toplumların birbirini tanımamaları ve
dolayısıyla anlamamalarından kaynaklandığını dile getirerek bunları
yazmamı istediler. Ben de aklımın erdiği, yüreğimin yettiğince
-bilmeyenlere ışık tutmak, eğer zaman ayırıp okurlarsa bilenlere
anımsatmak için- bildiklerimi anlatmaya çalışacağım. Bunu yaparken de
amacım bir inancı, etnik gurubu vb. övmek, diğerini yermek değil;
Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım,
Sevelim, sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz…
diyen Yunus’ça birbirimizi anlama ve kucaklama çabasıdır.
Muharrem
Orucu Muharrem Ayının 10. Günü Kerbela’da şehit edilen Hz. Muhammed’in
torunu, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın oğlu Hz. Hüseyin ve 72 Kerbela Şehidi
için tutulan bir yas orucudur. Bu oruca da neden olan acı olay bilindiği
gibi Kerbela Çölü’nde Hz. Hüseyin ve Yezit bin Muaviye arasında yapılan
bir çarpışma sonucu 72 masumun bir yudum su içirilmeksizin şehit
edildiği olay olarak aktarılan ve birçok trajik sahnenin yaşandığı
“Kerbela Vakası”dır. O insanların çektiği acıları içinde duyan Anadolu
Alevileri de birçok topluluk gibi bu tarihleri yas günleri ilan edip
bazı inanç uygulamalarını yerine getirmektedirler.
Muharrem
Orucu 12 gün sürer. Bu bir yas orucu olduğu için temel ilke bedensel ve
ruhsal zevklerden vazgeçerek onların çektiği acıları duyumsama
çabasıdır. Bu nedenle bu dönemde cana kıymamak için et ve yumurta yemez,
Kerbela’da bir damla suya hasret gidenler için orucu açtıktan sonra da
duru su içmez, iyi giyinip süslü takılar takmaz, saz vb. çalıp
televizyon açmaz, çamaşır yıkamaz, traş olmaz, hatta mümkünse bedeni
dinlendirmemek için banyo yapmaz, eşleriyle beraber olmazlar. Oruca
başlama ve bitirme zamanları da doğanın döngüsüne uyumludur. Sabah yerde
karınca görünenden akşam görünmez olana kadar geçen sürede oruç
tutarlar. 11. günü 12. güne bağlayan gece oruç için niyetlenip yatılır
ve o sabah sahura kalkılmaz. 12. gün öğleye doğru oruç bir gece önceden
yapılan aşure ile açılarak sabah kesilip haşlanan ve “Cebrail” denen
horoz kurbanları birlikte yenerek kutsanır.
Kimdir
bu şehit olan insanlar, Aleviler gerçekten o şehit olanların yani Hz.
Ali soyundan mı gelirler, öyleyse Aleviler Türk değil Arap mıdır? Bu
soruların da sosyal bilimlerde birçok alanda olduğu gibi kesin yanıtları
yoktur, yüzyıllardır tartışılmıştır, hâlâ tartışılmaktadır ve görülen o
ki tartışılmaya da devam edilecektir. Ancak bir gerçek vardır ki
Aleviler her varlığın canını kendi canı bilip Yılmaz GÜNEY’in dediği gibi onların acılarını, özellikle mazlumların uğradığı haksızlıklara hep karşı olmuşlardır.
Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili
Biz kendimizden başka Herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, Acısını acımız yaptık. Çünkü dünya'nın öbür ucunda, Hiç tanımadığımız bir insanın Gözyaşı bile içimizi parçaladı.... Kedilere ağladık, Kuşların yasını tuttuk. Yüreğimizin yufkalığı Kimi zaman hayat karşısında Bizi zayıf yaptı. Aslında ne güzel şeydir İnsanın insana yanması Sevgili... Ne güzeldir bilmediğin birinin Derdine üzülmek ve çare aramak. Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.. Yaşamak ne güzeldir be sevgili Sevinerek, severek, sevilerek, Düşünerek... Ve o vazgeçilmez sancılarını Duyarak hayatın
Yılmaz GÜNEY
Ancak
buna rağmen çoğu kez haksız ve temelsiz olarak yanlış anlaşılmış veya
değerlendirilmiş, çokça kıyıma, haksızlıklara uğramışlardır. Bu acımasız
bakış birçok duyarlı yüreği acıtıp söyletmiştir. Büyük Usta Âşık Veysel
bu duruma;
Beni hor görme gardaşım,
Sen altınsın ben tunç uyum?
Aynı Var’dan varolmuşuz,
Sen gümüşsün be sac mıyım? diye isyan eder.
Hangi
soydan, ırktan gelirse gelsin genel tanımıyla Anadolu Alevileri bu
toprakların asli unsurlarıdır. İnançlarında ve yaşayışlarında Yaradan’a,
O’nun yarattığına inandıkları insana, doğaya ve tüm canlılara sevgi ve
muhabbet vardır. Yaradan’ı korkuyla değil sevgiyle tanır ve inanırlar.
İbadetleri bedenen ve ruhen tertemiz gelmenin şart olduğu kadınlı
erkekli topluluklarda insanı Kâbe bildikleri yani Tanrı’nın bir
yansıması olduğuna inandıkları için insan insana baktıkları, birlikte
derdikleri helal lokmalarını hakça bölüştükleri Cem Törenleridir. Cemler
aynı zamanda dedenin huzurunda herkesin özünü dara çektiği, kişinin
kendinden sorulduğu bir mahkemedir bu nedenle inancın hakkıyla yaşandığı
dönemlerde sorunlarını kendi aralarında çözüp resmi makamlara
yansıtmamışlardır.
Cemlerde
“Tellli Kur’an” dedikleri bağlamalar eşliğinde evrenin dönüşünü
simgeleyen semahlar dönerek, Yaradan’a ulaşan ilahi yolda kararında
aldıkları kırkların ezdiği engür (üzüm) suyu veya aşkın şerbeti kabul
ettikleri dolularla cezbeye gelip Türkçe deyiş ve duvazlarla Hakk’ı
çağırırlar:
Bana Hakk’ı soran oğul,
Haber al âşık sazından.
Göğsü Peygamber Ağacı,
Kılıfı Ali Bezi’nden…
Şahperdeye basan parmak,
Niyaz eder Hakk’a varmak.
Ezgi olup akan ırmak,
Hak İmamlar Duvazından…
Dolunca feryadı Cim'e,
Baş indirip gelir Cem'e.
Elbette sarılır Dem'e,
Acısı canan nazından…
Cevri bunda dilli Kur’an,
Hem erkânlı, Yol’lu Kur’an.
Elimizde Telli Kur’an,
Gideriz Hakk’ın izinden….
(Kul Nesimi’nin (?) sözü, Talip ŞAHİN’in sazı ve sesinden)
Bu
ve benzer nedenlerle yüzyıllardır ibadetlerini hep gizli yapmak zorunda
kaldıkları için defalarca insanlık dışı yakıştırmalarla cehaletin
hedefi olmuşlardır. Oysa Aleviler de herkes kadar iyi, herkes kadar
kötü, herkes kadar günahkâr veya sevapkâr, herkes kadar insandırlar.
Kadına
çok değer verirler. İbadetlerinde olduğu gibi hayatın bütün alanlarında
kadınları hep yanlarındadır, önemli kararları birlikte alırlar. Okuma
yazma oranı çok yüksektir. Bütün topluluklar gibi istisnaları olmakla
birlikte genel olarak doğaya ve her canlının yaşam hakkına
saygılıdırlar. Örneğin Tahtacılar ekmek parası için devletçe
görevlendirilip kestikleri ağaçlar için önce kurban kesip doğadan
helallik isterler.
Ağaçları
kesmek zorunda kalsalar da daha fazlasını diktikleri köyleri ve evleri
yemyeşil, pırıl pırıldır. Onların kestiklerinin yenmeyeceği gibi
acımasız bir karalamaya uğrasalar da çok güzel yemekleri vardır. Bütün
nimetleri ile helalleşen bir topluluğa doğanın cömert davranmaması
düşünülebilir mi? Misafirperverdirler. Hele siz bu Muharrem Ayı’nda bir
oruç açma zamanı sofralarına konuk olun sizi ne kadar iyi karşılayıp
ağırlarlar.
Aydın ve çağdaş düşünceye değer verir, Yaradanın bütün nimetlerinden yararlanarak yaşamı güzelleştirmeye çaba gösterirler.
Vatanlarına
hep sahip çıkmışlar, Anadolu’nun kültürel zenginliklerine her zaman
saygı duymuşlar, ayrıştırıcı değil birleştirici olmuşlardır. Bütün
insanlarda olduğu gibi inançlarından dolayı Alevileri ötelemek değil
anlamaya çalışmak bütün kutsal öğretilerin gereğidir. Bu konuyu bildiğim
ve çok sevdiğim bir söylence ile örneklemek isterim:
Rivayete
göre Hz. Ömer’i çok seven bir kişi kendisini evinde ziyaret etmek
istemektedir. Bu ziyarete sıcak bakmayan Hz. Ömer’in durumu aktardığı
bir Sahabe (Peygamberin Sevgililerinden biri) nedenini sorar. Hz. Ömer o
kişinin İslamiyet’i kabul etmeyen bir kâfir olduğunu, bu nedenle O’nu
evine kabul etmediğini söyler. Bunun üzerine Sahabe;
“ – Ya Ömer, sen kaç yaşında Müslüman oldun?” diye sorar. Hz. Ömer;
“ – 40 yaşında” der.
“
– Ya Ömer, sen ki 40 yaşında Müslüman olan, eti kemiği şarapla yoğrulan
bir insansın. Bu yaşa kadar Allah bu nedenden dolayı seni yargılayıp
aşağıladı mı, sana herhangi bir kötülük etti mi? Sen Cenab-ı Allah’tan
daha üstün bir varlık mısın ki insanları şucu, bucu diye hor
görüyorsun?” der. Bu güzel düşüncelerin ışıtmayacağı yürek olur mu ki
Hz. Ömer gibi halifelik makamı ile ödüllendirilen bir alimi gerçeğe
ulaştırmasın?
Bunun
en canlı örneğini kendi yaşamımdan biliyorum. Ben Elmalı’nın 52 köyü
içinde tek Alevi Köyü’nde doğdum, Aleviyim. Ancak mesleğim gereği
Antalya’nın araştırmaya gittiğim köylerinde özellikle köyüme yakın
köylerde Alevi olduğumu söyleyemem. “Aslını inkâr eden haramzadedir”
derler, kimliğimden asla utanmam, naçizane böyle bir felsefenin parçası
olmaktan onur duyarım ama işim sözkonusu olunca gerektiğinde gizlemek
zorunda kalırım. Çünkü o anda araştırmacı olarak duyduğum saygı
kesinlikle zarar görür, araştırmamın başarıya ulaşma şansı büyük oranda
sekteye uğrar, hatta bazen insanların gözlerinde bazı şüpheler bile
görmüşlüğüm bile vardır.
Oysa
beni severler. Söylemiş olsam büyük olasılıkla size ballandıra
ballandıra anlattığım Semerci Bayram Amcam’ı, Çarıkçı Kemâl Amcam’ı,
eşsiz Barak Kilimleri’ni ve buna benzer daha birçok şeyi kazanamadan
kaybedebilirdim ve çok yazık olurdu.
Bütün bu ayrılıkların nedeni ve kimin ekmeğine yağ olduğu konusundaki inancımı yine büyük usta Âşık Veysel’in dizeleri anlatır;
SENLİK BENLİK NEDİR BIRAK
Allah birdir Peygamber Hak,
Rabbül âlemindir mutlak.
Senlik benlik nedir bırak,
Söyleyim geldi sırası.
Kürt’ü Türk’ü ve Çerkez’i,
Hep Âdem’in oğlu kızı,
Beraberce şehit gazi,
Yanlış var mı ve neresi?
Kuran’a bak İncil’e bak,
Dört kitabın dördü de Hak.
Hakir görüp ırk ayırmak,
Hakikatte yüz karası.
Yezit nedir, ne Kızılbaş?
Değil miyiz hep bir kardaş?
Bizi yakar bizim ateş,
Söndürmektir tek çaresi.
Şu âlemi yaratan bir,
O’dur külli şeye kâdir,
Alevî Sünnilik nedir?
Menfaattir varvarası.
Bir felsefeyi, yaşam tarzını ve inanı bir yazıda anlatmak olanaksız elbette ama sözlerimi birkaç cümle ile tamamlayayım.
Alevilik
Türkiye’nin gerçeğidir ve her düşünce kadar saygın ve değerlidir.
Yaratılanı Yaradan’dan ötürü hoşgören Aleviler aynı hoşgörüyü kendileri
için de bekleme hakkına sahiptir, bunu da sonuna kadar hak ederler.
Gün
düşmanlıkları değil kardeşlikleri, sevgileri, ortak değerleri besleme
ve birbirimizi kucaklama günüdür. Hiçbir kavgada kazanan taraf yoktur. Yine Usta’nın dediği gibi;
“Veysel sapma sağa sola,
Sen Allah’tan birlik dile,
İkilikten gelir belâ,
Dava insanlık davası”dır.
Dilerim Muharrem Ayı birliğe, dirliğe, inançlara ve kimliklere saygıya, sevgiye vesile olsun. AŞK İLE...
Fotoğraflar: Rezzan Aydın
|
18 Ocak 2013 Cuma
“AYIRMA BİZİ KENDİNDEN...”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder