17 Ocak 2013 Perşembe

ZAMANIN DİNLENDİĞİ YER: ORMANA

 










İlk Yayın tarihi: 22.09.2011




Eylül ayı ortasında halk kültürü araştırması yapmak üzere Antalya’nın İbradı İlçesi’ne bağlı Ormana Beldesi’ne gittik. İlk kez ve otobüsle gidenler için uzak gelen ama ağaçlık yollardan keyifle ulaşılan beldeye gözlerimizle düğmeli evlerin yuvarlak hatıllarına tutuna tutuna girdik. Vardığımızda inmek üzere olan gün düşmemek için gölgeleri asıldıkça asılıyordu…



Belediye Başkanı’nı bulmak için “Harman Yeri” denen köy meydanına doğru ilerlerken vakur, ıpıssız sokaklardan geçtik. Yeni dinlenmeye geçen dünya güzeli bir kadın gibi usulca uzanmış yollara bu düzeni bozmamaya çalışan ürkek adımlarla süzüldük. Harman Yeri’nde oturan bir grup turistin meraklı sorularını büyük bir özenle yanıtlayan rehberin kararlı sesinden önce karşıladı bizi başkanın güleç siması. Bölgeye yapılan 52 tur programının 3.sünün şanslı gezginleri arasına karışıp yeniden sokaklara döküldüğümüzde bu kez sessizliği kovan bir meraklı bir şamata ile ilerliyorduk…


Ormana’nın tertemiz sokaklarını dolaşırken kimi zaman gönüllerin mihman edilip gariplerin doyurulduğu, kimi zaman uğultularla çalkalanıp, bazen de hüzünlü mırıltıların dolaştığı, bir zamanlar dem-i devran süren hanedanların mekânı iken şimdi uzaklarda “huzur” bulan mirasların (yörede mirasçı denmez) mülkü olan konaklar gördük. Kimi hayırseverlerin bölgeye yadigârı olan, çoğunu insanların büyük bir saygı ve özenle koruyup yaşattığı evleri gezdik. Kapı tokmaklarında eski “yoklama”ların tamtamlarını duyuran canlılıktaki bu evlere “eski” demek ancak ne kadar köhneleştiğimizi gösterirdi.

Konaklar kadar dikkat çekici olan bir şey de yörenin ana tanrıçaları kadınların erkeklerden daha cesur ve konuksever olduklarıydı. Yollarda son derece modern giysilerle gördüğümüz bu kadınlar gelenleri hoşlukla selamlayıp esenliyor, sohbet ediyorlardı. Bunlar arasında karşımızda bastonuna dayanmış halde duran, insanda; “size amca diyebilir miyim?”  hissi uyandıracak kadar sevimli bıyıklarıyla 86 yaşındaki Şaziye Teyze’nin enerjisini, özgüvenli turizm elçiliğini, tatlılığını anlatmadan geçemem.

Bir başka Ormana Anası’na dar sokaklardan birinde rastladık. Bize; “hoş geldiniz” dedikten sonra;

“- Görüyorsunuz işte, burası çok güzel bir yer, biz burda rahat yaşıyoruz.” diye başladı söze ve sürdürdü;

“- Ama başka yerlerde bu kalmadı. İstanbul’da pazardan dönerken ellerindeki ağır poşetleri güçlükle taşımaya çalışan bir kadın gördüm ve kendisine yardım edebileceğimi söyledim. Kadın yüzüme ters ters baktıp, poşetlere daha sıkı sarıldıktan sonra söylenerek uzaklaştı. Biz yalnız merhametimizi değil birbirimize güvenimizi de kaybettik…”

Ülke gerçeklerinden belde gerçeklerine dönüp size ilk kez görüp tanımaya çalıştığım ve çok sevdiğim Ormana’yı betimlemek istiyorum. Takdir edersiniz ki bir yeri, hele de çok özgün bir yurt köşesini bir yazıda kısacık anlatmak olanaksız. Eğer yazı size uzun gelirse ya da şimdi okumaya zamanınız yoksa sonunda çok sevdiğim Ormana için beğenerek yazdığım şiiri okumadan çıkmayın derim. Ancak Ormana’yı tanımadan şiirden gereken tadın alınamayacağını da belirtmek zorundayım. Şimdi gelelim dünü, bugünüyle Ormana’ya;

Burası adı 1992 yılında belediyelik olana kadar “Ardıçpınar” (ne kadar iç ısıtıcı değil mi?) olan, bu tarihten sonra ise kökeni yakındaki antik yerleşim yeri Erimna’ya dayanan Ormana’ya çevrilen, Antalya’ya 170, bağlı olduğu İbradı İlçesi’ne 2.5 km uzaklıkta, yaklaşık 900 yıllık geçmişi olan özgün ve şipşirin bir beldemiz. Kuzeyde ağaçsız, çıplak Akdağ, batıda Karadağ, doğuda İbradı ve güneyde “Altınbeşik Mağarası”nın da yer aldığı Ürünlü Köyü ile çevrili, yanıbaşından Üzümdere’nin aktığı, üstbaşındaki Eynif Ovası’nda sürülerinin yayıldığı, beldenin hane sayısı da 850, resmi kayıtlara göre nüfusu da 697 kişi. Ancak beldede çok fazla genç nüfus kalmadığı için 1940’lı yıllarda 260-380 çocuğumuzun öğrenim gördüğü Ormana İlkokulu’nun birleştirilmiş sınıflarında bugün 10’u okul öncesi olmak üzere 25 öğrenci “öğrenim” görüyor.

Yeni Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında Antalya ve batısında kalan birçok yerleşim yeri (Manavgat, Alanya vb.) sıtma nedeniyle pek rağbet görmezken Ormana’da 4 - 5 bin kişi yaşarmış. Gittikçe artan nüfus dağlık bir coğrafyaya sahip olan Ormana’ya sığmayınca 1945’lerde çoğu yeni iş olanakları için İstanbul’a göç etmiş. Başlangıçta kışın çalışıp yazın Ormana’ya dönen bu insanların her gelişte varlıkça daha iyi bir durumda gelip gitmeleri köydeki birçok kişiye de cesaret verince göç süreci daha da hızlanmış. İstanbul’da şu anda tahminen 18-20 bin Ormanalı’nın yaşadığından sözedilmektedir.

Bu göçlerle birlikte okuma yazma oranı çok yüksek olan ve birçok devlet adamı, kadılar, kaymakamlar yetiştiren, 1950’de meclise 22 milletvekili gönderen İbradı’nın aksine ticari zekâsı yüksek sayısız Ormanalı ülkenin ticari hayatında söz sahibi olmaya başlamış. Artık yarı İstanbullu olan, çoğu kuruyemiş ticareti ile uğraşan Ormanalılar 1948 yılında Türkiye’nin örgütlü toplum tarihinin ilklerinden olan “Ormana Kalkınma ve Yardımlaşma Derneği”ni, 1975 yılında da “Ormana Kalkınma ve Yardımlaşma Vakfı”nı kurmuşlar. Vakıf bugün 60 öğrenci okutmakta, 150 kadar da fakir hemşerisine yaşam kaynağı sağlamaktadır.

Ormana’nın en bilinen özelliği eşsiz bir halk mimarisi örneği olan “Düğmeli Ormana Evleri”dir. Bu özgün evler taştan örme duvarlar arasında uzanan ve yörede “Piştivan” denen yuvarlak ahşap hatılların duvar yüzeyinde çıkıntılı olarak bırakıldığı karakteristik evlerdir. Bugün yörede 70 ile 90 cm. kalınlığındaki duvarları ile yazın serin, kışın sıcak tutan bu sağlıklı yapıların yaşayan ustası kalmamıştır. Mimarları konusundaki genel kanı ise o zamanlar ya burada yaşayan ya da dışarıdan gelen Ermeni veya Rum ustalar tarafından yapılmış olduklarıdır. 9 yy.lık geçmişinde 360 hanenin birden yandığı iki büyük yangın ile kül olan Ormana’da bugün küllerinden yeniden var edilmiş, 49’u koruma altında, çoğu 100 yaşın üstündeki bu geleneksel evler Antalya İl Özel İdaresi’nce yürütülen “Koruma Amaçlı İmar Planı” çalışmaları ile yaşatılmaya çalışılmaktadır.

       


Köyde 100-150 yıl önce dünyada bir eşi daha olmayan, çevre köylerin kıskanma derecesinde imrendiği bu muhteşem konakların kapı, tavan, dolap, davlumbaz gibi ağaç aksamlarını yapan, ahşabını oya gibi işleyen 15-20 esaslı usta varken şimdi yalnız köylülerinin “ağaçtan insan yapar” dediği Macit Usta kalmış. Dedesi ve babası da bu köylü olan Macit Usta Ormana’da büyük bir özen ve tevekkülle 30-40 evin süslü ahşap bölümlerini ilmek ilmek dokumuş. Ama son yaptığı işte; “ben zengin adamın, hiçbir şeyden çekinme yap!” diyen köylüsü emeğinin hakkını vermeyince çocuksu şivesiyle “bana bi toğukluk (soğukluk)” geldi diyen usta gücenip bu işleri bırakmış, şimdi sadece basit marangoz işleri yapıyor. Aradaki iki kuruşa kendisini satacağını bildiği halde üç kuruşluk insana beş kuruş değer veren halkımız kendi köylerine üç kuşaktır emek veren, sadece Ali Zelili Baba Türbesi’nin yanına yaptığı ahşap minare bile ömre bedel bu insanların kıymetini bilememiş.

 

Ormana’da görmekten mutluluk duyduğum konakların en etkileyicisi Ferhat ve Nurten BALCI’nın oturduğu “Kahvecioğlu Konağı” oldu. Nurten Hanım’ın babasından kalan, kendi tarihinde dört yangın geçiren evin kaba inşaatı için 450, ahşap oymaları için 350 sarı lira (altın) harcanan konak yaklaşık 400 m2 büyüklüğünde. Alt katları ahır, depo, vb. üstü ev olarak kullanılan bu görkemli konağın üst katının ortasında bir zamanlar düğün derneklerinin toplandığı, yüreklerin bir araya derilip güçlü bir duyguyla Mevla’ya salındığı harman yeri gibi bir meydan ve buna açılan, herbiri bir başka şaheser dört bölüm bulunuyor. Tamamı yörede katran denen sedir ağaçlarının budaksız, seçme kerestelerinden yapılan, dantel gibi işlenmiş, muhteşem tahliye düzeneği ile yıkanarak temizlenebilen ahşap aksamları 100 yıla yakın ömrüyle hâlâ taş gibi sapasağlam. Evin beyi Ferhat BALCI’’nın elinden gelmeyen iş yok. Bir zamanlar düğünlerde def çalıp türkü, mani söyleyen, tüfek ve anahtar tamir eden, “çakıldak” denen, yelle dönen bir rüzgârgülünün çevirdiği makaraların bir tenekeye çarpması suretiyle çıkan tangırtının kestane ve ekinlere dadanan “alağuş” ya da “kestane kargası” gibi kuşları kaçırdığı düzeneği yapabilen bir usta. Ama bundan da önemlisi çatısında su birikirse “damdan ölen”, ata yadigârı bu konağı korumak için kaç kez çatıdan düşen, 3 kez beyin ameliyatı geçiren bir Donkişot.

Ferhat BALCI’dan dinlediğim bir gelin-kaynana atışması eminim sizi de gülümsetecek;

Gaynanamın adı Hürü,
Kör olsun gözünün biri,
Goca donuz benden diri,
Ganyana, kalk gelin oyna.

Gaynanamın adı Fatma,
Gaşları var çatma çatma,
Goca donuz yerde yatma,
Ganyana, kalk gelin oyna.

Galaylı güğüm gapağı,
Gaynatam helva topağı,
Görümcem Bursa İpeği,
Gaynanam gapı köpeği,
Gaynana…

Bunun üstüne kaynana öyle bir cevap veriyor ki gelin bir daha ağzını açamıyor;

Emir gelin, demir gelin,
Ne buyurdun gemir gelin,
Oğlanı ben doğurdum,
Gel götümü gemir gelin…

Bu görkemli evlerde bir zamanlar “Tespi(h)” denen toplu dua ya da “Cemiyet Yemekleri” için toplanan köy halkına 13 kişinin aynı anda yemek yiyebildiği yuvarlak tahta tablalarda yörenin özgün yemekleri sütlü döğme çorbası, kavurmalı pilav, ekşi tarhana, yahni (etli nohut yemeği), holuşka, helva, hoşaf gibi yemekler ikram edilirmiş. Bunun dışında ev gezmelerinde örgü ve dantel örülür, sohbet arasında sinilere doldurulmuş üzüm sucuğu, kuru üzüm, mısır ve buğday bulguru yenirmiş. O zamanlar kadınlar kutnu kumaştan yapılan “çinteğen” denen entariler giyer başlarına yanlarından çengellerle tutturulan gümüş “şemşi”lerin sallandığı ortası üç sarı liralı, 40 altınlı “nezgep”ler giyerlermiş.

İstanbul’da kazanılan servetlerin katmadeğeri dışında beldede başlıca geçim kaynakları hayvancılık ve üzüm yetiştiriciliğidir. Tarım yapmaya elverişli olmayan bu bitek topraklarda yerli ırk büyükbaş hayvancılık çok yaygın. Beldenin üst başındaki Eynif Ovası’na yılkı atları misali ilkbaharda bırakılan bu hayvanlar arasıra gözetilmek suretiyle bütün yaz başlarının çaresine bakarlarmış. Doğal seçilim sonucu hayatta kalanlar güzün beldeye getirilip ya bölgeye gelen tacirlere ya da aşağılardaki yerleşim yerlerine götürülüp satılırmış.

Ormanalıların yaz aylarındaki en şenliklerinden biri bu yıl 45.si yapılan “Ormana Üzüm Festivali”.  Festivalin sadece geleneği kalmış dersek haksızlık etmeyiz çünkü son üç yıldır beldede neredeyse üzüm yetişmiyor. Başkan tarafından bakımsızlık, ağaç yaşlılığı ve son yıllarda artan ilkbahar yağmurları nedeniyle hastalanıp küsen üzümlerin ardındaki gerçek köylülere göre daha başka ve vahim. Yalnız üzümlerin değil ceviz ve badem ağaçlarının da kurumasının asıl nedeni onlara göre baz istasyonları ile cep telefonlarından yayılan ve her geçen gün artan radyasyon. Üzüm ve hazır ayranın içildiği Akseki Cevizli’nin “Ayran Festivali” gibi giderek ürünlerin yalnız adının kaldığı festivaller artık sadece insanların bir araya gelmesine, satıcıların da para kazanmasına vesile oluyor. Festivalin Ormana için bir başka getirisi de çoğu sahipleri çoktan göçtüğü için İstanbul’daki evlatlara kalan evlerin festival münasebetiyle gelen yeni sahipleri tarafından açılıp Ormana’nın anılarda kalan kalabalık ve coşkulu günlerini anımsatması.

Belde tarihinde en çok anılan insanlardan biri hayırsever Nazmi CİVAN. Köyde birçok hayrat yaptırmış bu değerli şahıs çocuğunun olmaması sebebiyle de ölümünden sonra hatırı sayılır çoklukta mal varlığını Ormana Vakfı’na bağışlamış. Öyle ki bu servet vakfın gelirinin %80’ini oluşturuyormuş. Nazmi CİVAN adı bıraktığı eserler kadar bir spor etkinliğinde de yaşıyor. Bölgede 50 – 60 yıl öncesine kadar yetiştirilen “rahvan” (ahenkli) yürüyen soylu atlar bugün -kendisi de atlara çok meraklı olan, heybetli görünüşü ve karizmatik duruşuyla bindiği atlara çok yakışan- Nazmi CİVAN adına düzenlenen ve bu yıl 3.sü yapılan “Rahvan At Yarışları”nda yaşatılmaya çalışılıyor.

Ormana’nın bir başka özelliği de Ürgüp türküsü diye bilinen “Cemalim” ağıdının kahramanı Cemal KARATAY’ın Ormanalı, türküye konu olayın geçtiği yer Ormana, dolayısıyla türkünün de Ormana Türküsü olmasıdır. Sözleri KARATAY adlı ağanın oğlu olup öldürülen Cemal adına burada yakılan ağıt yörede besteleyip çalan kişi olmadığından Ormanalıların dilinde söz olarak dolaşırmış. Bir gün Ormanalıların İstanbul’daki mekânı, kuruyemiş çarşısındaki “Allah Kerim Kahvesi”nde bir kız meselesi nedeniyle bulunan Ürgüp’lü Refik BAŞARAN tarafından duyulunca bestelenip söylenmiş. Aslında sözlerinde; “Manavgat yolları taştan” dizeleri geçen ve orijinalinin bir taş plakta bulunduğu söylenen türkü Ürgüplülerle Ormanalıları mahkemelik edip Ormanalıların galibiyeti ile aidiyet kazanmış.

Yakınında bulunan Emirâşıklar Medresesi’nden yetişen değerli âlimleri ile bölgenin fikri ve manevi dünyasına da büyük katkılar yapmış Ormana. Bir zamanlar sayıca camiye iki sıra halinde girecek kadar çok olan bu âlimlerden biri de Tiflis’ten üç kardeşi ile birlikte gelip kalan, köy halkına övgü ve dualar da ettiği öz Türkçe şiirleri ile tanınan Ali Zelili Baba’dır. Türbesi Ormana’nın en önemli ziyaret mekânlarından bir olan Ali Zelili Baba Türbesi’nin hemen alt başında yine beldede çok değer verilen halk aşığı Gaybi Dede’nin mezarı bulunmaktadır. 

Kaynak kişilerin anlatımına göre Ormana devlete en çok vergi veren köylerden biri olmasına karşın Ali Zelili Baba’ya ilişkin bir olaydan sonra nikâhın en ucuz kıyıldığı yer olmuş. Rivayete göre “Zelil” yani “Allahın Fakir Adamı” olan Ali Zelili Baba’yı ziyarete gelen padişah Mustafa’nın (kaçıncı Mustafa olduğu bilinmiyor) bu ziyaretin anısına köye bir iyilik yapmak istediğini söyler. İlk seçenek olarak köyden askerliği kaldırmayı önerir. Ali Zelili Baba; “Ordu savunmasız kalır!” diye bu öneriyi reddeder. Bunun üzerine sultan vergiyi kaldırmayı önerir. Ali Zelili bu kez de; “Vergisiz devlet yaşamaz!” diyerek bu öneriyi de kabul etmez. Hiçbir önerisini kabul ettiremeyen padişah son olarak; “O zaman bu köyün nikâhını ucuza kılalım!” deyince Ali Zelili Baba bu öneriyi beğeniyle kabul eder. O günden beri kıyılan bütün dini nikâhlarda; “Zelili Ali Efendi’nin gavl-i mevcudiyeti (yüzü suyu hürmetine) üzerine bu nikâh kıyılmıştır!” ibaresi kullanılırmış.

Ormana’dan 1945’lerde başlayan göç dalgası ile ilk gidenler iyi para kazanmaya başladıktan itibaren kazandıklarının bir kısmını memleketlerine harcamışlar. Bu kazanımlar arasında okul, cami, mezarlık çevresi gibi bugün de kullanılan yapılar yanında gelen konukları ağırlayan misafirhaneler de vardır. Bir zamanlar 6 tane köy odasının da sahibi olan, gelenlere yemek ve barınma, yoksullara giysi ve eşya sağlayan ilk göç eden bu üç nesilden sonra gelenlerin beldeye o kuşak kadar emek veremediği belirtilmektedir.

Beldenin yakınında bulunan ve bir turizm değeri de 1994 yılında çevresindeki alanla birlikte milli park ilan edilen “Altınbeşik (Düdensuyu) Mağarası”dır. Adını üst kısmında yer alan alan Altınbeşik Tepesi’nden mağara ilk kez 1966 yılında, bölgede Oymapınar Barajı ile ilgili yapılan araştırmalar sırasında bulunmuştur. Dünyanın en ilginç mağaralarından biri olan Altınbeşik içerdiği “gençleştirici gaz” olarak bilinen “ozon” ile de benzersizdir.

Ormana’ya gelince ilk göze çarpan ve bana yazının başlığını düşündüren sakinlik yakınlarda sanayi kuruluşunun olmaması ile yakından ilgili olmalı. Bunun dışında belde Akdeniz ova ve dağlarına musallat olan, doğaya verdiği zarar kadar toplumsal yaşamda da karmaşaya neden olan taş ocakları ve Hes’ler bakımından da şanslı.

Bir zamanlar Ormana’da bir kapalı çarşıda çalışan 6 demirci, 4 kalaycı, 7-8 dülger (marangoz), hatta kuyumcu varken bu zanaatlar ve bunlar gibi yöreye özgü el sanatı “Kılamık Dokuma” geleneği de, “düzen” denen tezgâhları da bitmiş. Şimdi yalnız okulda şilebezi dokunan tezgâhlar kalmış. Akşamüstleri belde erkeklerinin cem olduğu kahvenin önündeki yaşlılar bu hüzünlü süreci hayıflanarak anlatıyorlar;

“ - Marangozluk bitti, çarıkçılık bitti, demircilik bitti. Eskiden bir yardımlaşma vardı, kanaat vardı onlar hepten bitti…”

 

Ormana’da evlerin cumbalarına “Şahnişir”, açık kilerlerine “Ayazlık”, yüklüğün üstünde ahşap işleme bir çitten sonra bırakılan ve bakır kapların sergilendiği bölüme “Musandıra” saklambaç oyununa “Göz Yumma” deniyor. 250-400 m2 arasında değişen büyüklüklerde, yüzlerce insanın sığacağı “köş” denen, süslü tavanlarla çevrelenen sofaları, kapıları bilmeyenin asla çözemeyeceği bizden, “gizli” kilitler ile açılan ahşap evlere dadanan sıçanların emniyet subabı kediler için kapının alt köşesinde “Tırkaş” denen kedi deliklerinin bırakıldığı konaklarda geçmiş çengiler fısıl fısıl sürüyor.

Bir yandan Huriye Anne’nin başıma örttüğü kılamıklı örtü altındaki bedenimde şefkatle dolaşan ellerinde can bulan nazar duaları tüylerimi sevgiyle ürperirken bir yandan şehirlerde kim kime dum duma yiten, burada ise köyün 11 vali, 14 muhtar görmüş büyüklerinin dilinden kuşaktan kuşağa aktarılan acı, tatlı yaşanmışlıkları, geçmiş bereketli ve neşeli günlere özlemlerini gözyaşlarına eşlik ederek dinliyorum.

Ve biliyorum ki; adına kutlu şenlikler yapılan, vaktinde ballı üzümlerin yetiştiği cennet bağların yurdu Ormana, gidenlere üzülmek yerine gelenlere sevinmek isteyen gül yüzlü Ormanalılar bütün insanlarımızı bu güzelliklere ortak olmaya, çıldırtan bir hızla akana zamanlarını dinlendirmeye, Ormana’ya çağırıyorlar… 

Bir gün güzel Ormana’yı yaşamamız dileğiyle.
Sağlıcakla…


ORMANA’da…

Susarken sokaklar güz güneşinde,
Bürünür gölgeler şal Karadağ’da.
Düğmeli Evler’in Şahnişirinde,
“Cam Güzeli” yaşar ORMANA’da…(1)

Nazmi CİVAN hâlâ atına biner,
Nerde garip görse yüreği yanar,
Vefalı yürekler hep O’nu anar,
Hayallerden geçer ORMANA’da…

Kadını hanedan, beyleri merttir,
Gurbete gitmeler en büyük derttir,
Nicedir açılmış yolları dörttür,
Başından kuş uçar ORMANA’da…

Başkan İstanbul’dan buralı değil, (2)
Memleket aşkının önünde eğil,
Gelmiş dönememiş, yüreği gayil,
Kalakalmış duçar ORMANA’da… (3)

Kahvecioğlu’nun konağı büyük,
Gelen eksik olmaz, her yanı konuk.
Ferhat türkü söyler yüreği yanık,
Gasaveti açar ORMANA’da…

Üzümdere suyu usulca akar,
Ormana ekmeği mis gibi kokar,
Geleni bir daha, bir daha bakar,
Evler bade içer ORMANA’da…

Taşın ağaçlarla dansı mı dersin?
Hangi eve girsen gönlünü sersin.
Nara atsan duyar Gödene, Fersin, (4)
Düşman durmaz, kaçar ORMANA’da…

Kardelen düş kurar yaylalarında,
“Altın Beşik” sallar sevdalarında,
Rahvan atlar yürür tarlalarında,
Zaman mahzun, naçar ORMANA’da…

Bağları üzümün hasını besler,
Eynif düşlerini Akdağ’a yaslar,
Benzersiz evleri gelinlik taslar,
Sonsuz huzur saçar ORMANA’da…

Hayırseverleri çoktur öteden,
Korurlar ne varsa kalan atadan,
Aydınlık mirastır ona ATA’dan,
Gönül sevgi biçer ORMANA’da…

Niceleri geçmiş bu topraklardan,
Ali Zelili’den, Gaybi Baba’dan,
Kalanlara himmet olsun Hûda’dan,
Ulu canlar göçer ORMANA’da…

GÖĞCELİ’m gözledi, bunları gördü,
Geçmiş, geleceği, bugünü sordu,
Önüne Kılamık bir örtü serdi,
Kutlu işler seçer ORMANA’da…

Öznur TANAL 16-19 Eylül 2011

(1) Ormana’da çoğu kez şahnişirde oturan bir hanım var ki kendisine  “Cam Güzeli” diyorlar.
(2) Ormana Belediye Başkanı Sayın M. Ayhan KESKİN İstanbul’da doğmuş ve köyünü ancak 25 yaşında görebilmiş ama artık burada ve beldeye hizmet ediyor.
(3) Yakalanmış, tutsak.
(4) Bunlar Ormana’nın aşağısındaki köylerdir. Fersin Güçlüköy’ün eski adıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder