Eylül
ayı ortasında halk kültürü araştırması yapmak üzere Antalya’nın İbradı
İlçesi’ne bağlı Ormana Beldesi’ne gittik. İlk kez ve otobüsle gidenler
için uzak gelen ama ağaçlık yollardan keyifle ulaşılan beldeye
gözlerimizle düğmeli evlerin yuvarlak hatıllarına tutuna tutuna girdik.
Vardığımızda inmek üzere olan gün düşmemek için gölgeleri asıldıkça
asılıyordu…
Belediye Başkanı’nı bulmak için “Harman Yeri” denen
köy meydanına doğru ilerlerken vakur, ıpıssız sokaklardan geçtik. Yeni
dinlenmeye geçen dünya güzeli bir kadın gibi usulca uzanmış yollara bu
düzeni bozmamaya çalışan ürkek adımlarla süzüldük. Harman Yeri’nde
oturan bir grup turistin meraklı sorularını büyük bir özenle yanıtlayan
rehberin kararlı sesinden önce karşıladı bizi başkanın güleç siması.
Bölgeye yapılan 52 tur programının 3.sünün şanslı gezginleri arasına
karışıp yeniden sokaklara döküldüğümüzde bu kez sessizliği kovan bir
meraklı bir şamata ile ilerliyorduk…
Ormana’nın
tertemiz sokaklarını dolaşırken kimi zaman gönüllerin mihman edilip
gariplerin doyurulduğu, kimi zaman uğultularla çalkalanıp, bazen de
hüzünlü mırıltıların dolaştığı, bir zamanlar dem-i devran süren
hanedanların mekânı iken şimdi uzaklarda “huzur” bulan mirasların
(yörede mirasçı denmez) mülkü olan konaklar gördük. Kimi hayırseverlerin
bölgeye yadigârı olan, çoğunu insanların büyük bir saygı ve özenle
koruyup yaşattığı evleri gezdik. Kapı tokmaklarında eski “yoklama”ların tamtamlarını duyuran canlılıktaki bu evlere “eski” demek ancak ne kadar köhneleştiğimizi gösterirdi.
Konaklar
kadar dikkat çekici olan bir şey de yörenin ana tanrıçaları kadınların
erkeklerden daha cesur ve konuksever olduklarıydı. Yollarda son derece
modern giysilerle gördüğümüz bu kadınlar gelenleri hoşlukla selamlayıp
esenliyor, sohbet ediyorlardı. Bunlar arasında karşımızda bastonuna
dayanmış halde duran, insanda; “size amca diyebilir miyim?” hissi
uyandıracak kadar sevimli bıyıklarıyla 86 yaşındaki Şaziye Teyze’nin
enerjisini, özgüvenli turizm elçiliğini, tatlılığını anlatmadan geçemem.
Bir başka Ormana Anası’na dar sokaklardan birinde rastladık. Bize; “hoş geldiniz” dedikten sonra;
“- Görüyorsunuz işte, burası çok güzel bir yer, biz burda rahat yaşıyoruz.” diye başladı söze ve sürdürdü;
“-
Ama başka yerlerde bu kalmadı. İstanbul’da pazardan dönerken
ellerindeki ağır poşetleri güçlükle taşımaya çalışan bir kadın gördüm ve
kendisine yardım edebileceğimi söyledim. Kadın yüzüme ters ters baktıp,
poşetlere daha sıkı sarıldıktan sonra söylenerek uzaklaştı. Biz yalnız
merhametimizi değil birbirimize güvenimizi de kaybettik…”
Ülke
gerçeklerinden belde gerçeklerine dönüp size ilk kez görüp tanımaya
çalıştığım ve çok sevdiğim Ormana’yı betimlemek istiyorum. Takdir
edersiniz ki bir yeri, hele de çok özgün bir yurt köşesini bir yazıda
kısacık anlatmak olanaksız. Eğer yazı size uzun gelirse ya da şimdi
okumaya zamanınız yoksa sonunda çok sevdiğim Ormana için beğenerek
yazdığım şiiri okumadan çıkmayın derim. Ancak Ormana’yı tanımadan
şiirden gereken tadın alınamayacağını da belirtmek zorundayım. Şimdi
gelelim dünü, bugünüyle Ormana’ya;
Burası adı 1992 yılında belediyelik olana kadar “Ardıçpınar” (ne kadar iç ısıtıcı değil mi?) olan, bu tarihten sonra ise kökeni yakındaki antik yerleşim yeri Erimna’ya dayanan Ormana’ya
çevrilen, Antalya’ya 170, bağlı olduğu İbradı İlçesi’ne 2.5 km
uzaklıkta, yaklaşık 900 yıllık geçmişi olan özgün ve şipşirin bir
beldemiz. Kuzeyde ağaçsız, çıplak Akdağ, batıda Karadağ, doğuda İbradı
ve güneyde “Altınbeşik Mağarası”nın da yer aldığı Ürünlü Köyü ile
çevrili, yanıbaşından Üzümdere’nin aktığı, üstbaşındaki Eynif Ovası’nda
sürülerinin yayıldığı, beldenin hane sayısı da 850, resmi kayıtlara göre nüfusu
da 697 kişi. Ancak beldede çok fazla genç nüfus kalmadığı için 1940’lı
yıllarda 260-380 çocuğumuzun öğrenim gördüğü Ormana İlkokulu’nun
birleştirilmiş sınıflarında bugün 10’u okul öncesi olmak üzere 25
öğrenci “öğrenim” görüyor.
Yeni
Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında Antalya ve batısında kalan birçok
yerleşim yeri (Manavgat, Alanya vb.) sıtma nedeniyle pek rağbet
görmezken Ormana’da 4 - 5 bin kişi yaşarmış. Gittikçe artan nüfus dağlık
bir coğrafyaya sahip olan Ormana’ya sığmayınca 1945’lerde çoğu yeni iş
olanakları için İstanbul’a göç etmiş. Başlangıçta kışın çalışıp yazın
Ormana’ya dönen bu insanların her gelişte varlıkça daha iyi bir durumda
gelip gitmeleri köydeki birçok kişiye de cesaret verince göç süreci daha
da hızlanmış. İstanbul’da şu anda tahminen 18-20 bin Ormanalı’nın
yaşadığından sözedilmektedir.
Bu
göçlerle birlikte okuma yazma oranı çok yüksek olan ve birçok devlet
adamı, kadılar, kaymakamlar yetiştiren, 1950’de meclise 22 milletvekili
gönderen İbradı’nın aksine ticari zekâsı yüksek sayısız Ormanalı ülkenin
ticari hayatında söz sahibi olmaya başlamış. Artık yarı İstanbullu
olan, çoğu kuruyemiş ticareti ile uğraşan Ormanalılar 1948 yılında
Türkiye’nin örgütlü toplum tarihinin ilklerinden olan “Ormana Kalkınma ve Yardımlaşma Derneği”ni, 1975 yılında da “Ormana Kalkınma ve Yardımlaşma Vakfı”nı kurmuşlar. Vakıf bugün 60 öğrenci okutmakta, 150 kadar da fakir hemşerisine yaşam kaynağı sağlamaktadır.
Ormana’nın en bilinen özelliği eşsiz bir halk mimarisi örneği olan “Düğmeli Ormana Evleri”dir. Bu özgün evler taştan örme duvarlar arasında uzanan ve yörede “Piştivan”
denen yuvarlak ahşap hatılların duvar yüzeyinde çıkıntılı olarak
bırakıldığı karakteristik evlerdir. Bugün yörede 70 ile 90 cm.
kalınlığındaki duvarları ile yazın serin, kışın sıcak tutan bu sağlıklı
yapıların yaşayan ustası kalmamıştır. Mimarları konusundaki genel kanı
ise o zamanlar ya burada yaşayan ya da dışarıdan gelen Ermeni veya Rum
ustalar tarafından yapılmış olduklarıdır. 9 yy.lık geçmişinde 360
hanenin birden yandığı iki büyük yangın ile kül olan Ormana’da bugün
küllerinden yeniden var edilmiş, 49’u koruma altında, çoğu 100 yaşın
üstündeki bu geleneksel evler Antalya İl Özel İdaresi’nce yürütülen “Koruma Amaçlı İmar Planı” çalışmaları ile yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Köyde
100-150 yıl önce dünyada bir eşi daha olmayan, çevre köylerin kıskanma
derecesinde imrendiği bu muhteşem konakların kapı, tavan, dolap,
davlumbaz gibi ağaç aksamlarını yapan, ahşabını oya gibi işleyen 15-20
esaslı usta varken şimdi yalnız köylülerinin “ağaçtan insan yapar” dediği Macit Usta
kalmış. Dedesi ve babası da bu köylü olan Macit Usta Ormana’da büyük
bir özen ve tevekkülle 30-40 evin süslü ahşap bölümlerini ilmek ilmek
dokumuş. Ama son yaptığı işte; “ben zengin adamın, hiçbir şeyden çekinme
yap!” diyen köylüsü emeğinin hakkını vermeyince çocuksu şivesiyle “bana
bi toğukluk (soğukluk)” geldi diyen usta gücenip bu işleri bırakmış,
şimdi sadece basit marangoz işleri yapıyor. Aradaki iki kuruşa kendisini
satacağını bildiği halde üç kuruşluk insana beş kuruş değer veren
halkımız kendi köylerine üç kuşaktır emek veren, sadece Ali Zelili Baba
Türbesi’nin yanına yaptığı ahşap minare bile ömre bedel bu insanların
kıymetini bilememiş.
Ormana’da görmekten mutluluk duyduğum konakların en etkileyicisi Ferhat ve Nurten BALCI’nın oturduğu “Kahvecioğlu Konağı”
oldu. Nurten Hanım’ın babasından kalan, kendi tarihinde dört yangın
geçiren evin kaba inşaatı için 450, ahşap oymaları için 350 sarı lira
(altın) harcanan konak yaklaşık 400 m2 büyüklüğünde. Alt katları ahır,
depo, vb. üstü ev olarak kullanılan bu görkemli konağın üst katının
ortasında bir zamanlar düğün derneklerinin toplandığı, yüreklerin bir
araya derilip güçlü bir duyguyla Mevla’ya salındığı harman yeri gibi bir
meydan ve buna açılan, herbiri bir başka şaheser dört bölüm bulunuyor.
Tamamı yörede katran denen sedir ağaçlarının budaksız, seçme
kerestelerinden yapılan, dantel gibi işlenmiş, muhteşem tahliye düzeneği
ile yıkanarak temizlenebilen ahşap aksamları 100 yıla yakın ömrüyle
hâlâ taş gibi sapasağlam. Evin beyi Ferhat BALCI’’nın elinden gelmeyen
iş yok. Bir zamanlar düğünlerde def çalıp türkü, mani söyleyen, tüfek ve
anahtar tamir eden, “çakıldak”
denen, yelle dönen bir rüzgârgülünün çevirdiği makaraların bir tenekeye
çarpması suretiyle çıkan tangırtının kestane ve ekinlere dadanan “alağuş” ya da “kestane kargası” gibi kuşları kaçırdığı düzeneği yapabilen bir usta. Ama bundan da önemlisi çatısında su birikirse “damdan ölen”, ata yadigârı bu konağı korumak için kaç kez çatıdan düşen, 3 kez beyin ameliyatı geçiren bir Donkişot.
Ferhat BALCI’dan dinlediğim bir gelin-kaynana atışması eminim sizi de gülümsetecek;
Gaynanamın adı Hürü,
Kör olsun gözünün biri,
Goca donuz benden diri,
Ganyana, kalk gelin oyna.
Gaynanamın adı Fatma,
Gaşları var çatma çatma,
Goca donuz yerde yatma,
Ganyana, kalk gelin oyna.
Galaylı güğüm gapağı,
Gaynatam helva topağı,
Görümcem Bursa İpeği,
Gaynanam gapı köpeği,
Gaynana…
Bunun üstüne kaynana öyle bir cevap veriyor ki gelin bir daha ağzını açamıyor;
Emir gelin, demir gelin,
Ne buyurdun gemir gelin,
Oğlanı ben doğurdum,
Gel götümü gemir gelin…
Bu görkemli evlerde bir zamanlar “Tespi(h)” denen toplu dua ya da “Cemiyet Yemekleri”
için toplanan köy halkına 13 kişinin aynı anda yemek yiyebildiği
yuvarlak tahta tablalarda yörenin özgün yemekleri sütlü döğme çorbası,
kavurmalı pilav, ekşi tarhana, yahni (etli nohut yemeği), holuşka,
helva, hoşaf gibi yemekler ikram edilirmiş. Bunun dışında ev
gezmelerinde örgü ve dantel örülür, sohbet arasında sinilere doldurulmuş
üzüm sucuğu, kuru üzüm, mısır ve buğday bulguru yenirmiş. O zamanlar
kadınlar kutnu kumaştan yapılan “çinteğen” denen entariler giyer başlarına yanlarından çengellerle tutturulan gümüş “şemşi”lerin sallandığı ortası üç sarı liralı, 40 altınlı “nezgep”ler giyerlermiş.
İstanbul’da
kazanılan servetlerin katmadeğeri dışında beldede başlıca geçim
kaynakları hayvancılık ve üzüm yetiştiriciliğidir. Tarım yapmaya
elverişli olmayan bu bitek topraklarda yerli ırk büyükbaş hayvancılık
çok yaygın. Beldenin üst başındaki Eynif Ovası’na yılkı atları misali
ilkbaharda bırakılan bu hayvanlar arasıra gözetilmek suretiyle bütün yaz
başlarının çaresine bakarlarmış. Doğal seçilim sonucu hayatta kalanlar
güzün beldeye getirilip ya bölgeye gelen tacirlere ya da aşağılardaki
yerleşim yerlerine götürülüp satılırmış.
Ormanalıların yaz aylarındaki en şenliklerinden biri bu yıl 45.si yapılan “Ormana Üzüm Festivali”. Festivalin
sadece geleneği kalmış dersek haksızlık etmeyiz çünkü son üç yıldır
beldede neredeyse üzüm yetişmiyor. Başkan tarafından bakımsızlık, ağaç
yaşlılığı ve son yıllarda artan ilkbahar yağmurları nedeniyle hastalanıp
küsen üzümlerin ardındaki gerçek köylülere göre daha başka ve vahim.
Yalnız üzümlerin değil ceviz ve badem ağaçlarının da kurumasının asıl
nedeni onlara göre baz istasyonları ile cep telefonlarından yayılan ve
her geçen gün artan radyasyon. Üzüm ve hazır ayranın içildiği Akseki
Cevizli’nin “Ayran Festivali”
gibi giderek ürünlerin yalnız adının kaldığı festivaller artık sadece
insanların bir araya gelmesine, satıcıların da para kazanmasına vesile
oluyor. Festivalin Ormana için bir başka getirisi de çoğu sahipleri
çoktan göçtüğü için İstanbul’daki evlatlara kalan evlerin festival
münasebetiyle gelen yeni sahipleri tarafından açılıp Ormana’nın anılarda
kalan kalabalık ve coşkulu günlerini anımsatması.
Belde tarihinde en çok anılan insanlardan biri hayırsever Nazmi CİVAN.
Köyde birçok hayrat yaptırmış bu değerli şahıs çocuğunun olmaması
sebebiyle de ölümünden sonra hatırı sayılır çoklukta mal varlığını
Ormana Vakfı’na bağışlamış. Öyle ki bu servet vakfın gelirinin %80’ini
oluşturuyormuş. Nazmi CİVAN adı bıraktığı eserler kadar bir spor
etkinliğinde de yaşıyor. Bölgede 50 – 60 yıl öncesine kadar yetiştirilen
“rahvan” (ahenkli) yürüyen soylu atlar bugün -kendisi de atlara çok
meraklı olan, heybetli görünüşü ve karizmatik duruşuyla bindiği atlara
çok yakışan- Nazmi CİVAN adına düzenlenen ve bu yıl 3.sü yapılan “Rahvan At Yarışları”nda yaşatılmaya çalışılıyor.
Ormana’nın bir başka özelliği de Ürgüp türküsü diye bilinen “Cemalim” ağıdının
kahramanı Cemal KARATAY’ın Ormanalı, türküye konu olayın geçtiği yer
Ormana, dolayısıyla türkünün de Ormana Türküsü olmasıdır. Sözleri
KARATAY adlı ağanın oğlu olup öldürülen Cemal adına burada yakılan ağıt
yörede besteleyip çalan kişi olmadığından Ormanalıların dilinde söz
olarak dolaşırmış. Bir gün Ormanalıların İstanbul’daki mekânı, kuruyemiş
çarşısındaki “Allah Kerim Kahvesi”nde bir kız meselesi nedeniyle bulunan Ürgüp’lü Refik BAŞARAN tarafından duyulunca bestelenip söylenmiş. Aslında sözlerinde; “Manavgat yolları taştan”
dizeleri geçen ve orijinalinin bir taş plakta bulunduğu söylenen türkü
Ürgüplülerle Ormanalıları mahkemelik edip Ormanalıların galibiyeti ile
aidiyet kazanmış.
Yakınında
bulunan Emirâşıklar Medresesi’nden yetişen değerli âlimleri ile
bölgenin fikri ve manevi dünyasına da büyük katkılar yapmış Ormana. Bir
zamanlar sayıca camiye iki sıra halinde girecek kadar çok olan bu
âlimlerden biri de Tiflis’ten üç kardeşi ile birlikte gelip kalan, köy
halkına övgü ve dualar da ettiği öz Türkçe şiirleri ile tanınan Ali Zelili Baba’dır.
Türbesi Ormana’nın en önemli ziyaret mekânlarından bir olan Ali Zelili
Baba Türbesi’nin hemen alt başında yine beldede çok değer verilen halk
aşığı Gaybi Dede’nin mezarı bulunmaktadır.
Kaynak
kişilerin anlatımına göre Ormana devlete en çok vergi veren köylerden
biri olmasına karşın Ali Zelili Baba’ya ilişkin bir olaydan sonra
nikâhın en ucuz kıyıldığı yer olmuş. Rivayete göre “Zelil” yani “Allahın Fakir Adamı”
olan Ali Zelili Baba’yı ziyarete gelen padişah Mustafa’nın (kaçıncı
Mustafa olduğu bilinmiyor) bu ziyaretin anısına köye bir iyilik yapmak
istediğini söyler. İlk seçenek olarak köyden askerliği kaldırmayı
önerir. Ali Zelili Baba; “Ordu savunmasız kalır!” diye bu öneriyi reddeder. Bunun üzerine sultan vergiyi kaldırmayı önerir. Ali Zelili bu kez de; “Vergisiz devlet yaşamaz!”
diyerek bu öneriyi de kabul etmez. Hiçbir önerisini kabul ettiremeyen
padişah son olarak; “O zaman bu köyün nikâhını ucuza kılalım!” deyince
Ali Zelili Baba bu öneriyi beğeniyle kabul eder. O günden beri kıyılan
bütün dini nikâhlarda; “Zelili Ali Efendi’nin gavl-i mevcudiyeti (yüzü suyu hürmetine) üzerine bu nikâh kıyılmıştır!” ibaresi kullanılırmış.
Ormana’dan
1945’lerde başlayan göç dalgası ile ilk gidenler iyi para kazanmaya
başladıktan itibaren kazandıklarının bir kısmını memleketlerine
harcamışlar. Bu kazanımlar arasında okul, cami, mezarlık çevresi gibi
bugün de kullanılan yapılar yanında gelen konukları ağırlayan
misafirhaneler de vardır. Bir zamanlar 6 tane köy odasının da sahibi
olan, gelenlere yemek ve barınma, yoksullara giysi ve eşya sağlayan ilk
göç eden bu üç nesilden sonra gelenlerin beldeye o kuşak kadar emek
veremediği belirtilmektedir.
Beldenin yakınında bulunan ve bir turizm değeri de 1994 yılında çevresindeki alanla birlikte milli park ilan edilen “Altınbeşik (Düdensuyu) Mağarası”dır. Adını üst kısmında yer alan alan Altınbeşik Tepesi’nden mağara ilk kez 1966 yılında, bölgede Oymapınar Barajı ile ilgili yapılan araştırmalar sırasında bulunmuştur. Dünyanın en ilginç mağaralarından biri olan Altınbeşik içerdiği “gençleştirici gaz” olarak bilinen “ozon” ile de benzersizdir.
Ormana’ya
gelince ilk göze çarpan ve bana yazının başlığını düşündüren sakinlik
yakınlarda sanayi kuruluşunun olmaması ile yakından ilgili olmalı. Bunun
dışında belde Akdeniz ova ve dağlarına musallat olan, doğaya verdiği
zarar kadar toplumsal yaşamda da karmaşaya neden olan taş ocakları ve
Hes’ler bakımından da şanslı.
Bir
zamanlar Ormana’da bir kapalı çarşıda çalışan 6 demirci, 4 kalaycı, 7-8
dülger (marangoz), hatta kuyumcu varken bu zanaatlar ve bunlar gibi
yöreye özgü el sanatı “Kılamık Dokuma” geleneği de, “düzen”
denen tezgâhları da bitmiş. Şimdi yalnız okulda şilebezi dokunan
tezgâhlar kalmış. Akşamüstleri belde erkeklerinin cem olduğu kahvenin
önündeki yaşlılar bu hüzünlü süreci hayıflanarak anlatıyorlar;
“ - Marangozluk bitti, çarıkçılık bitti, demircilik bitti. Eskiden bir yardımlaşma vardı, kanaat vardı onlar hepten bitti…”
Ormana’da evlerin cumbalarına “Şahnişir”, açık kilerlerine “Ayazlık”, yüklüğün üstünde ahşap işleme bir çitten sonra bırakılan ve bakır kapların sergilendiği bölüme “Musandıra” saklambaç oyununa “Göz Yumma” deniyor. 250-400 m2 arasında değişen büyüklüklerde, yüzlerce insanın sığacağı “köş” denen, süslü tavanlarla çevrelenen sofaları, kapıları bilmeyenin asla çözemeyeceği bizden, “gizli” kilitler ile açılan ahşap evlere dadanan sıçanların emniyet subabı kediler için kapının alt köşesinde “Tırkaş” denen kedi deliklerinin bırakıldığı konaklarda geçmiş çengiler fısıl fısıl sürüyor.
Bir yandan Huriye Anne’nin
başıma örttüğü kılamıklı örtü altındaki bedenimde şefkatle dolaşan
ellerinde can bulan nazar duaları tüylerimi sevgiyle ürperirken bir
yandan şehirlerde kim kime dum duma yiten, burada ise köyün 11 vali, 14
muhtar görmüş büyüklerinin dilinden kuşaktan kuşağa aktarılan acı, tatlı
yaşanmışlıkları, geçmiş bereketli ve neşeli günlere özlemlerini
gözyaşlarına eşlik ederek dinliyorum.
Ve
biliyorum ki; adına kutlu şenlikler yapılan, vaktinde ballı üzümlerin
yetiştiği cennet bağların yurdu Ormana, gidenlere üzülmek yerine
gelenlere sevinmek isteyen gül yüzlü Ormanalılar bütün insanlarımızı bu
güzelliklere ortak olmaya, çıldırtan bir hızla akana zamanlarını
dinlendirmeye, Ormana’ya çağırıyorlar…
Bir gün güzel Ormana’yı yaşamamız dileğiyle.
Sağlıcakla…
ORMANA’da…
Susarken sokaklar güz güneşinde,
Bürünür gölgeler şal Karadağ’da.
Düğmeli Evler’in Şahnişirinde,
“Cam Güzeli” yaşar ORMANA’da…(1)
Nazmi CİVAN hâlâ atına biner,
Nerde garip görse yüreği yanar,
Vefalı yürekler hep O’nu anar,
Hayallerden geçer ORMANA’da…
Kadını hanedan, beyleri merttir,
Gurbete gitmeler en büyük derttir,
Nicedir açılmış yolları dörttür,
Başından kuş uçar ORMANA’da…
Başkan İstanbul’dan buralı değil, (2)
Memleket aşkının önünde eğil,
Gelmiş dönememiş, yüreği gayil,
Kalakalmış duçar ORMANA’da… (3)
Kahvecioğlu’nun konağı büyük,
Gelen eksik olmaz, her yanı konuk.
Ferhat türkü söyler yüreği yanık,
Gasaveti açar ORMANA’da…
Üzümdere suyu usulca akar,
Ormana ekmeği mis gibi kokar,
Geleni bir daha, bir daha bakar,
Evler bade içer ORMANA’da…
Taşın ağaçlarla dansı mı dersin?
Hangi eve girsen gönlünü sersin.
Nara atsan duyar Gödene, Fersin, (4)
Düşman durmaz, kaçar ORMANA’da…
Kardelen düş kurar yaylalarında,
“Altın Beşik” sallar sevdalarında,
Rahvan atlar yürür tarlalarında,
Zaman mahzun, naçar ORMANA’da…
Bağları üzümün hasını besler,
Eynif düşlerini Akdağ’a yaslar,
Benzersiz evleri gelinlik taslar,
Sonsuz huzur saçar ORMANA’da…
Hayırseverleri çoktur öteden,
Korurlar ne varsa kalan atadan,
Aydınlık mirastır ona ATA’dan,
Gönül sevgi biçer ORMANA’da…
Niceleri geçmiş bu topraklardan,
Ali Zelili’den, Gaybi Baba’dan,
Kalanlara himmet olsun Hûda’dan,
Ulu canlar göçer ORMANA’da…
GÖĞCELİ’m gözledi, bunları gördü,
Geçmiş, geleceği, bugünü sordu,
Önüne Kılamık bir örtü serdi,
Kutlu işler seçer ORMANA’da…
Öznur TANAL 16-19 Eylül 2011
(1) Ormana’da çoğu kez şahnişirde oturan bir hanım var ki kendisine “Cam Güzeli” diyorlar.
(2)
Ormana Belediye Başkanı Sayın M. Ayhan KESKİN İstanbul’da doğmuş ve
köyünü ancak 25 yaşında görebilmiş ama artık burada ve beldeye hizmet
ediyor.
(3) Yakalanmış, tutsak.
(4) Bunlar Ormana’nın aşağısındaki köylerdir. Fersin Güçlüköy’ün eski adıdır.
|
17 Ocak 2013 Perşembe
ZAMANIN DİNLENDİĞİ YER: ORMANA
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder