İlk Yayın tarihi: 12.07.2011
Bir türküsünde o binlerce yıllık efsane sesiyle;
Aşağıdan gelen telli turnalar,
İçinizde telli turnam yok benim.
Yarandan yoldaştan soran olursa,
Yine sol yanımda derdim çok benim… demişti Hasret GÜLTEKİN.
Kendisi
gibi onlarca aydınlık yürekle birlikte insanlığın yüz karası bir
vahşetle öldürüldükten sonra binlerce sevdalısının bunu ve başka
türkülerini Onlar’ın ardından söyleyeceklerini ne bilirdi? Kardeşliğin
topraklarında insanı diri diri yakabilecek kadar iğrenç, hiçbir aklın almayacağı bir nefretin yeşerebileceğini taş atana gül atan gül yüzlü sunalar nereden bilebilirlerdi?
Bu
sabah biraz yoğun duygular içindeyim, bir yandan ölümsüz türküler
dinlerken bu satırları ağlamaklı yazıyorum. Anlaşmışlar gibi hepsi de
yangınıma odun atıyorlar:) Öpülesi zarif sesiyle Erol PARLAK;
Senin yazın kışa benzer,
Bir sevdalı başa benzer,
Çok içmiş serhoşa benzer,
Duman eksilmeyen dağlar, diyor.
Şimdilerde
dağlardaki dumanın doğanın teri değil maden ocaklarının sularımızı
arınmaz şekilde kirleten, ağaçlarımızı amansız şekilde boğan, canlara
kıyan tozunun kapladığını düşünüp üzülüyorum.
Yunus’un Nida ATEŞ’in buğulu sesinde yaşam bulan;
Ömür bahçesinin gülü solmadan,
Uyan gel gözlerim gafletten uyan.
Ecel bir gün bize haydi demeden,
Uyan gel gözlerim gafletten uyan…
derken insanı taştan kayaya çarpan dizeleri şöyle sürüyor;
Niçin gaflet ile mağrur olursun?
Geçer kervan gider, yolda kalırsın.
Pişman olur, sararıp da solarsın,
Uyan gel gözlerim gafletten uyan…
Yunus artık yeter, sesin duyulmaz!
Senin kumaşların burda satılmaz.
Böyle gitmeyinen menzil alınmaz,
Uyan gel gözlerim gafletten uyan…
Ve
düşünüyorum; eğer Maraş’ta, Çorum’da “Kul Hakkı ile gelmeyin” diyen
kutsal bir öğretinin kelamları eşliğinde cana kıyan mahlûklar bize
mertliği, kardeşliği, sevdayı en güzel anlatan, koca yürekleri
şairliğinden utandıran türkülerimizi bilip özümsese bunları yapabilirler
miydi?
Ali AKBAŞ’ın;
Bin yılda yoğurduk her mısraını,
Yüzüğe kaş ettik Ağrı Dağı'nı,
Dünyaya değişmem bir aksağını,
Gönlüme göredir bizim türküler…
diye başlayan dizelerinin sırrına erenler gönüllerine o karanlıkları katarlar mıydı?
Sivas’ta Yaradan’ın en güzel eserlerinden biri olan insanı yakacak kadar insanlıktan çıkan acizler;
Bizim kızlar bulmayınca dengini,
Kimi türkü yakar, kimi kendini,
Bahar seli gibi yıkar bendini,
Bir kanlı deredir bizim türküler…
diye nitelenebilecek kadar cesur türküleri bilseler bunları yapmaya cesaret edebilirler miydi? Anadolu’nun onuru için kendini yakan koca yürekli asil kızlarından utanıp önce kendi özlerindeki kancıklığı yakmazlar mıydı?
Bağlama dediğin üç tel bir tahta,
Ne şaha baş eğmiş, ne taca tahta.
Tüm dertleri özetlemiş bir ah'ta,
Bozkırda naradır bizim türküler.
Ya
da dünyanın her yerinde, Vietnam’da, Filistin’de, Irak’ta, insan,
hayvan ya da doğa, bütün varlıklara zulmeden, kalpleri kıran, bedenlere
kıyan insan müsveddeleri halk türkülerine kulak verseler eli, gözü, özü
kanlı katil ağalarına boyun eğerler miydi?
Yalnız
ülkemizin değil dünyanın çoktandır zulüm deryası olmaya başladığı ve
giderek geri dönülmez bir uçurumuna sürüklendiği günlerden geçtiğimiz
süreçte türkülere olan ihtiyacımız günden güne artıyor. Asırlardan beri
günümüzde olduğu gibi herkesin sustuğu, korktuğu bir dönemde haykıran “dokunaklı” türkülere her zamankinden daha çok kulak vermek, yüreklerimize rehber etmek zorundayız.
Yıkılmış siyeci, bozulmuş bağlar,
Davullar ah çeker, zurnalar ağlar,
Bu gelin gönülsüz, salmayın dağlar!
Bir bahtı karadır bizim türküler.
Değerlerimizi
bir bir yitirdiğimiz, dağlarımızın, bağlarımızın talan edildiği bir
süreçte türkülerden aldığımız güçle “kara bahtımızı” ağartmaktan,
karanlığa küfretmektense türküler söyleyerek aydınlığa yürümekten başka
çaremiz yok…
Ay karanlık, bulamamış yolunu,
Seferberlik yaman bükmüş belini,
Karanlık gecede sinsin yalımı,
ZULMETTE ÇIRADIR BİZİM TÜRKÜLER…
Bu konuda söylenecek çok söz var ama ezcümle;
Türküleri yapanlar, türküleri yakanlardan daha güçlüdür ve yaktığını sananlar bilmelidir ki; TÜRKÜLER YANMAZ, TÜRKÜLER SUSMAZ…
Dilinizden
türküler, gönlünüzden sevdalar eksik olmasın. Allah o kara yüreklerden
toprağımızı - taşımızı, ağacımızı – kuşumuzu, ayağımızı – başımızı,
muhabbetimizi – gözyaşımızı esirgesin…
Türkülerce kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder