İlk Yayın tarihi: 05.05.2011
Bugün Hıdırellez… Göz attığım gazetelerin hiçbirinde bununla ilgili bir havadis, dilek bulamayınca kendime “iş başa düştü kızım” dedim. Ve aklıma gelenleri bir bir sıraladım. Bakalım bugün kepçemizde neler var?
Anadolu belleğinde Hıdırellez;
biri denizde, biri karada yaşayan Hızır ve İlyas adlı iki kardeşin, iki
ulu insanın görüşüp hasret giderdiklerine, onların kavuşmasıyla baharın
bereketinin artacağı ve murat kapılarının sonuna kadar açılacağına
inanılan kutlu bir gündür… Bayram kardeşlerden ikisinin adı ile anılsa
da, Hızır (A.S.) inancı daha baskındır. O, yüzyirmidörtbin ölümlü
peygamber içinde tek ölümsüz olan, her darda kalanın imdadına yetişen,
gönüllere umut, gözlere gülücük serpen Yaradan’ın ve bütün insanlığın
sevgilisi Bozatlı Hızır’dır.
Bütün
bu güzel olayları esenleyip nasip almak isteyenlerin birbirinden güzel
töre ve kutlamalarla şenlendirdiği Hıdırellez’in bir gün öncesinde;
- Anadolu’nun çoğu yerinde bir gün önceden evler ve bedenler temizlenir,
- Bolluk bereket dileğiyle evdeki yiyecek çuvallarının, cüzdan ve çantaların, yiyecek kaplarının ağzı açık bırakılır, evlere yeşil dallar asılır.
-
Bekâr kızlar akşamdan tuzlu bir kete yapıp bolca yerler ve su içmeden
yatarlarsa Hızır A. S.’ın gece rüyasında O’nasıl kısmetini göstereceğine
inanılır.
-
Akşamdan dilekler ya bir kâğıda yazılarak ya da semboller halinde gül
dalının dibine bırakılır. Bu kâğıt veya semboller ertesi sabah erkenden
gül dalının altından alınıp yeşil dallar eşliğinde bir akarsuya veya
denize atılır. Bazen denize atılan, bazen göğe salınan ya da toprağa
söylenen aslında türlü türlü dilek, aranan bir gönül veya derde
dermandır.
İçinden geçtiğimiz bu günlere de Hızır Günleri denir ve yine bir önceki gün bolluk-bereket dileğiyle özel yemekler yapılır. Bunların başlıcaları; sevgi
bağları bütün yıl sımsıkı olsun diye sarma, ambarlar, kilerler
(şimdilerde derin dondurucular) dolsun diye dolma, ağızların tadı
kaçmasın, daha da artsın diye tatlıdır. Bunlar gibi Hızır’ın sevdiğine inanılan; sütlaç, simit, soğan, sarımsak, bol yeşillik gibi yedi çeşit yiyecek temin edilir, onlarla doğa gibi bedenler de yenilenmek istenir...
Bazı
inanışlarda Hıdırellez’den bir gün önce oruç tutulur. Bu ertesi gün
gelecek bolluk günlerine capcanlı başlamak, iştaha, nefse dinginlik
vermek için rutin yaşama kısa bir aradır… Hıdırellez’de Hızır’ın
yeşillik, sulak yerlerde eğleştiği inancıyla kırlara çıkılır veya
türbeler gibi halk için kutsal mekânlara gidilir. Açık renk giysiler
giyilir, dertleri tüm evrenle bölüşüp azaltmak dileği ve doğaya
serpiştirmek amacıyla salıncaklara binilir.
Kökeni
ta Mezopotamya’ya kadar giden, her kültürde biraz ve başka başka yer
alan Hıdırellez mitini her yönüyle anlatsak şüphesiz bir yazıdan taşar.
Ben bu konuda daha fazla bilgiyi sizin tercihinize bırakıp konuyu yine
bir söylence ile örneklemeyi yeğlerim.
Eskiden köylerde birinin kapısında şu unutulmaz dizeler yazıldığı rivayet olunan köy odaları vardı bilirsiniz;
“Ey misafir safa geldin, bundan iyi makam olmaz,
Kimi gelir kimi gider, hiç kimseye mekân olmaz…”
Bu
köy odaları çoğunlukla köyün ortak malı ve yükümlüğü iken bazen de
hayırsever şahısların olurdu. Bir köyde, böyle bir odada yıllarca
kapısını çalan yolcuları ağırlamış, onların garip ve yorgun yüreklerini
sıcacık bir konuklukta hoş etmiş bir adam yaşarmış. Yaşarmış da ölüm
yaşamın gerçeği, yıllar yılları kovalarken bu mübarek adamcığın tekeri
de yavaş yavaş taşa dokunmaya başlamış. Hasta yatağında belki de yaşamın
son anlarını sürerken bilincini yitirdiği düşüncesiyle oğulları
başucunda usul usul hâl-dert konuşmaya başlamışlar;
“-
Babamız ölünce bu köy odasını biz ne yapalım, kapatırız. Zaten kendisi
yıllar yılı ona-buna hizmet etti de ne oldu, kime yaradı?” Bunu duyan
dedecik son gücüyle gözlerini açıp çocuklarına seslenmiş;
“- Çocuklarım dışarıda bir ateş yakın!” Çocukları şaşkınlıkla babalarının dediğini yapmışlar.
“- Şimdi de evdeki bütün kaşıkları getirin.” O zamanlar yemek yenen tahta kaşıkları toplayıp getirmişler.
“-
Hepsini ateşe atın!” Atmışlar. Kaşıklar ateşin içinde yanmış yanmış.
Ateş sönünce bakmışlar ki üç kaşık yanmadan sapasağlam öylece duruyor.
“- Evlatlarım bilir misiniz bu kaşıklar neden yanmadı? Hızır’ın yemek yediği kaşık yanmaz.
Demek ki odamıza bu sene üç kez Hızır uğramış. Kimin Hızır, kimin
hınzır olduğunu kimse bilemez. Hızır’ın uğradığı ocaklar da acı, yokluk
görmez. O nedenle ben öldükten sonra odamızı sakın kapatmayın” der.
Anadolu insanının sıcak yüreğinde yüzyıllardır var olan bu görenek Alevi belleğinde; “Her gördüğün Hızır bil ki, Ali’ye Selman olasın” diye dillenir.
Ay be babacığım, şimdilerde kimin Hızır, kimin hınzır olduğunu bilmek sizin zamanınızdaki kadar zor değil. Memleketimize Hızır’dan çok Hınzır dolmaya başladı sanki. Sizin
zamanınızdaki o arpa unundan aş edip yüzünüzü ağartan analar şimdi
kimbilir nerdeler, ne elleri çalışır, ne dilleri söyler oldu…? Kendi
güçlerini unutup bir şeylere teslim oldular ama kime ve neden anlamakta
güçlük çekiyoruz.
Bugün
yaşam öyle güçleşti ki bırak her geleni arasıra geleni bile ağırlayamaz
olduk… Evet, soframızı, gönlümüzü olanaklarımız ölçüsünde insana,
hayvana, doğaya açalım, iyilik edelim, paylaşalım, çoğaltalım ama yazarı
bilinmeyen bir dörtlüğün dediği gibi;
Hasan dağı arpalıktır, eğer saban yürürse.
Her derede bir değirmen, eğer suyu gelirse.
Her köylüden birer tavuk, eğer köylü verirse
Bu gidiş güzel gidiştir eğer sonu gelirse...
Her derede bir değirmen, eğer suyu gelirse.
Her köylüden birer tavuk, eğer köylü verirse
Bu gidiş güzel gidiştir eğer sonu gelirse...
Doğamız da eskisi gibi değil, çoğu
yeri ellere verildi. Sularımız boşa akmasın diye “bizden akıllıların”
yönetimine sunuldu. Hızır olmadığını kesinkes bildiğimiz bu
“müttefikler” korkarız yavaş yavaş Hızır A.S.’ın girdiği gibi
alçakgönüllü bir yücelikle değil, “yüksekgönüllü” bir “yücelikle”
mekânlarımıza da girecekler… Sen sonumuzu hayır et kurban olduğum, biz
ne edeceğimizi bilemez olduk…
Ve bize şunu da öğret ki; Evet, insanı sevelim, hak edeni yüceltelim ama hak etmeyen hiç kimseyi de fazla “büyük düşürmeyelim”, “dostumuzu”, düşmanımızı bilelim... Hak yemeyelim, ah almayalım, değerlerimizi, ilkelerimizi çıkarlarımıza kurban etmeyelim…
Aşkolsun Size Çocuklar…
6 Mayıs uzun bir yönüyle sevinç bir yanıyla da hüzün… Yıllardır yandığımız üç taze fidanın tam da bugün asılmasının acısı yüreklerdeyken dünden beri duyduğum başka acı ölümler beni hüzünlendirdi. Dün Girit Kültürü araştırmasına başladığım gün ilk gittiğim evin sahibi olan Hasan Amcamız (Karakaş) melek eşi rahmetli Alime Teyze ve genç yaşta ölen oğlunun acısını gördükten sonra biraz ağırlamış, unutkan olmuştu. Bu kötü hastalık son günlerde O’nu evden kaçmaya çalışır hale getirince güzel kızları daha bir kollar olmuşlar. Bunun üzerine artık acılı yüreği ne dediyse yaşadıkları eski cumbalı Side evinin cumbasından sokağa atlayarak, bence melekler gibi uçarak eşine kavuşmuş. Diğer acı ölüm taze fidanların emektar avukatı Halit Çelenk’te yine Hıdırellez arifesinde yitirdiklerimizden. Basından okuduğum içler acısı, genç ölümler de cabası. Hepsine bundan sonraki ömürlerinde güzellikler diliyor, bize kattıkları için teşekkür ediyorum. Ölenlere üzülüp durmak yerine ölecek olanlarla mutlu olmaya çalışmaktan gayrı çaremiz olmadığı düşüncesiyle baharın habercilerinden biri ile ilgili umutlu bir şiirle veda edeyim.
Hıdırelleziniz
kutlu, Bozatlı Hızır yardımcınız olsun. Dilde dileklerinizi, gönülde
muradlarınızı kabul etsin. Bozatını sürüp ülkemizin yolunu daima
birliğe, dirliğe, bütünlüğe ve yaşanacak hakça günlere doğru açsın.
Sağlıcakla…
Arkadaşım Badem Ağacı
Sen ağaçların aptalı,
Ben insanların.
Seni kandırır güzel havalar.
Beni sevdalar.
Bir ılıman hava esmeye görsün,
Düşünmeden gelecek karakışı,
Ben insanların.
Seni kandırır güzel havalar.
Beni sevdalar.
Bir ılıman hava esmeye görsün,
Düşünmeden gelecek karakışı,
Açarsın çiçeklerini…
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz, bir tatlı söz..
Açarım yüreğimi hemen…
Yemişe durmadan çarpar seni karayel,
Beni karasevda…
Hem de bilerek kandırıldığımızı,
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza.
Koo desinler bize şaşkın,
Sonu gelmese de hiç bir aşkın,
Açalım yine de çiçeklerimizi,
Senden yanayım arkadaşım…
Havanı bulunca aç çiçeklerini,
Nasıl açıyorsam yüreğimi.
Belki bu kez kış olmaz,
Bakarsın sevdan düş olmaz…
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama,
Vur kendini sende bu güzel havaya…
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz, bir tatlı söz..
Açarım yüreğimi hemen…
Yemişe durmadan çarpar seni karayel,
Beni karasevda…
Hem de bilerek kandırıldığımızı,
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza.
Koo desinler bize şaşkın,
Sonu gelmese de hiç bir aşkın,
Açalım yine de çiçeklerimizi,
Senden yanayım arkadaşım…
Havanı bulunca aç çiçeklerini,
Nasıl açıyorsam yüreğimi.
Belki bu kez kış olmaz,
Bakarsın sevdan düş olmaz…
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama,
Vur kendini sende bu güzel havaya…
Aziz NESİN
Kaynakça: Hıdrellez: Meltem SANTUR, Aydın DURDU
http://www.yasamenerjisi.com Mayıs 2007
Söylence: Hamza TANAL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder