Aslında bu başlık yıllar önce kendi yaptığı çam düdüğün ve üç telli bağlamanın ustası Hayri DEV’i tanıdığımda düşmüştü aklıma. Bir Yörük şenliğinde kısacık konuştuğum bu ustayı tekrar görüp konuşmayı “Çamdan düdük akıyor” diye kaleme almayı düşledim yıllarca. Sonraları Bakanlığımızın önerisi üzerine Unesco tarafından “Yaşayan İnsan Hazinesi” seçilen Hayri DEV’i tekrar görmek beş yıl sonra nasip oldu. Artık çamdan düdük akabilirdi.
Sevgili dostlarım Mehmet Keza ve Şerife KUNDAKÇI
ailesi ile birlikte Denizli Çameli yollarına düşüp kendisini gördüğümde
manzara hiç de düşündüğüm kadar güllük gülistanlık değildi. Zaten
Alzheimer olan bu emektar usta kalp yetmezliği nedeniyle aştığı zorlu
bir merhaleden sonra beleş yaşar haldeydi. Beleş olan ömrün
uzatmalarıydı ama gidişat pek iç açıcı değildi. Kendisine
Denizli Belediyesi’nin bağladığı asgari usta öğretici ücreti,
şimdilerde doktorca yasaklansa da evveli çırakları da olan çocuklarıyla
gittiği düğünlerden aldıkları çalgıcı ücreti ile geçinmek zorundaydı. Bu
durum başlığı değiştirdi. Ödülleri ile boy boy fotoğraflarını
çektiğimiz, sık sık “Ramazan bak oğlum!” diye hayali bir varlığa seslenen bu güleryüzlü adamın hali içimi parçalayınca benim için O artık; “Yokluk İçinde Bir Hazine” idi.
Sağolsun yasak olsa da çocuklarıyla çalıp söyledi. Ertesi
gün oradan ayrılırken bizden belki çalıp söyledikleri, belki
yetemedikleri için para istedi. Bu bende büyük bir hayal kırıklığı
yarattı. Aslında O’nun cephesinden bakınca haklıydı. Bir el sanatları
ustası olsaydı metaını satınca parasını isteyecekti. O’nun yaptığı da
emek ve yürek verilmiş bir ömürdü ama ben ne bir üniversite ne de vakıf
bütçesiyle gitmiştim, dönüşte getirdiklerimle ne bir akademik kariyer ne
de bir makam beklentim vardı. İşime gönlümü katmaya çalışan bir
araştırmacı olarak salt kendi çabam ve dostların desteğiyle oradaydım. Yıllardır içindeki amansız sevda ile coşan, ağacın, mızrabın,
telin dilinden anlayan ancak bu işin tüccarları ile aşkla yanan bir
yüreği ayıramayan bu gönül ustasına azıcık kırıldım. Kendisine para
veremeyeceğimi ama elimden gelen başka her türlü yardımı yapacağımı
söyleyerek helalleştim.
Döndüğüm
zaman kullandıkları pahalı Alzheimer ilaçları için ilaç firmalarını
destekleyici edebilecek sağlam bir hekim buldum ve kendilerinden
ilaçların adını istedim ama göndermediler. Bir de kendi talepleri
üzerine daha önce Çameli Kaymakamı olan Kepez Kaymakamı Mehmet
Ali Özyiğit’in makamına gittim. Sağolsunlar beni çok iyi karşıladılar,
konuyu anlattım, söyleştik, Hayri Amca’nın oğlunu arayıp sorunlarına
çözüm aradılar. Bunları yaparken bir yandan da O’nu yazıp yazmamayı
düşündüm ama nedense içimden gelmedi. Ama Mevla kerim, belki bir gün
çamdan düdük akıtan, sihirli ezgilerin dahisini de yazarım.
İnanmak var olmaktır, bilirsin.
İnandığımız şeyler için yaşayalım.
Nice sabahlar, nice aydınlıklar,
Gelecek nice iyi günler için yaşayalım.*
İçimi sorarsanız ticari zekâm sıfır olsa da onları tanıdığım yıllarda
büyümüş olsaydım kakma araba ile diyar diyar gezip tuhaf tuhaf şeyler
satan bir çerçi olmak, çocuklara matrak, kızlara düşsel bir dünyanın
gereçlerini, delikanlılara yiğitliğin, gocalara bahtiyarlığın sırlarını
dağıtmak isterdim. Ama şimdi zaman dağıtma ve satma değil, farkında olma, sahip çıkma, kazanma ve çoğaltma zamanı. O halde gelin sizinle yürek soğutan yanık dondurmaların, Şeyhzade
Korkut’un ve Şahkulu bendelerinin diyarı Korkuteli’ne gidermiş gibi
yapalım. Yapalım diyorum çünkü ben ustamızı Antalya’da kızının evinde
bulduğum için ayağına gidemedim.
Sözünü
ettiğim kişi de bir hazine, inandığı şeyler için yaşamış bir kahraman
ama bunu çok az insan biliyor. Bunu, bilenleri sayıca azımsadığımdan
değil daha çok insanın duymasını dilediğimden diyorum. Geçen hafta
Elmalı’nın Gilevgi Köyü’nde yaşayan ve çıtlık ağacından küçük objeler
yapan amcadan öğrendiğim bir değerin izini sürerken tanıdım O’nu. Yörede
Korkuteli Çomaklı’nın eski adı ile “Fığla Bardağı” olarak
tanınan, Çomaklı’da ise sadece “bardak” denen, en çok çam, nadiren de
ardıç ve sedir ağacından oyulan su kaplarının son ustasını yani.
Adı; Fehmi KARAMAN.
Hakkında serin yaylaları, duru suları ve Fehmi Amca’nın eşi Fatma
Teyze’nin deyimiyle; “gadın gadın kokan” ve mideye iyi gelen şifalı
Hacıibiram Otlarından başka hiçbirşey bilmediğim, Korkuteli’nin
şimdilerde kasaba olan Çomaklı Köyü’nden. 1926’da doğmuş 6 çocuklu bir
çiftçi, aynı zamanda 60 yıldır da bu kaplardan yapıp geçimini sağlamış.
Aslında o zamana kadar bu yörelerde Tahtacıların “çotura”
dediği yine çamdan oyulmuş su kapları bilinip kullanılırken bu özgün
kabın köye tıpış tıpış gelip öğrenilmesinin öyküsü şaşkınlık verici bir
olaya kadar uzanıyor.
Fehmi
Amca 25-30 yaşlarında iken bir gün Karaman taraflarından gelip
köylerinin yakınında konaklayan göçebe bir ailenin merkeplerini canavar
yemiş. Böylece orada kalakalan aile daha sonra bu köye yerleşip
bildikleri bu hüneri bütün köye öğretmişler. O günden sonra onları çevre
köylerden özel yapan bardak yapımı aynı zamanda köyün önemli geçim
kaynaklarından biri olmuş. Hemen bütün çevre köylere kamyonlar dolusu
gönderecek kadar çok üretmiş, ürettikçe yeni modeller yaratmışlar.
İçinden evde, ovada çam kokulu sular, mis kokulu dağ çayları içip topaç
gibi, çıra benizli çocuklar yapmışlar. Dostlarına armağan edip çocuklarının çeyizini donatmışlar.
Bir adı da “senek”
olan, türüne göre ülük denen iki ya da dört su akıtmalığı ama mutlaka
şişe şeklinde bir boynu (boğaz) olan bardakların yapımında birçok özgün
araç -gereç kullanılıyor. Bunlar hepsi bu işler için demircilere özel
yaptırılan;
1- Kullanılmadığı zaman ağaç kınında duran sivri uçlu keskin bir bıçak,
2- Boğaz ve ülük için ayrı ayrı olmak üzere burgular (boğaz burgusu-ülük burgusu) ve bunların ustanın çam ağacından yaptığı kınları,
3- Tabandan itibaren düzgün bir eksen oluşturmak için kullanılan demir pergel,
4-Ağacın dış yüzeyini kendine doğru yontup şekil vermek için kullanılan Işkı,
5- El Bıçkısı,
6- Keser,
7- Buda makası,
8- Ağaçların nişarasının ustanın üstüne dökülmesini engelleyen önlük; Bağırtlak,
9- Zımpara,
10- Aletleri keskinleştiren bileği ve,
11- Bütün bunların konduğu dokuma kıl heybedir.
20
yıl önce, o zamanlar köyde birçok ustanın yapıp geçim ettiği bu su
kaplarına yeni bir yorum getirmiş Fehmi Amca ve bunun su kabı işlevini
bertaraf edip sadece süs için olanını geliştirmiş. Buna da “altın bardak”
demiş. Çomaklı Belediyesi de bunu kasabanın sembolü ilan edip 80’li
yıllardan beri düzenledikleri güreşlerde bu altın bardağın gerçeğini
ödül olarak verir olmuş.
Ancak
gel zaman git zaman her güzelliğin bir sonu olduğu gibi çocuklarının
öğrenmeye yanaşmadığı ustalar birer birer göçüp gidince ganimetleri
kapanın elinde, hayalleri değer verenlerin anılarında kalmış. Geride
yalnızca 85 yaşında kalp vurgunlarından bitap ama hâlâ sapasağlam, çekik
Tatar gözleriyle insan insan bakan Fehmi Amcamız kalmış.
Şimdi
Fığla Bardağın bugünü de, geleceği de anlatmaya çalıştığımız;
semercilik, çarıkçılık, su değirmenleri ve benzer birçok el sanatı gibi
aşikâr. Duyuyor, görüyor, yaşıyor, anlatmaya çalışıyoruz. Anadolu’nun
bereketli toprakları her ölümlü gibi Fehmi Amcalar gittikten sonra da
mucizeler yaratacak, biliyoruz. Ama umarım Fehmi Amcaların asıra
yaklaşan deneyimini onlar kadar ağır bedeller ödemeden kazanmaya,
öğrenmeye hevesli, sahip çıkan nesiller yetiştirebiliriz ve insanımız
böyle yetenekleri özendiren çağdaş bir eğitim sistemine ve yozlaşmanın
yarışmadığı nitelikli yarışma programlarına uyanır.
Adı
bugün Fığla Bardak, yarın taş kristal bezeme olsun, yeter ki
insanlarımız bilinçli olsun, değerlerine sahip çıksın. Güzel Anadolumuz
sevgiye, kardeşliğe, güzel günlere beşik olsun…
Fehmi
Amca’nın ağzından uzun bir şiir denemesi yaptım. Haklarında henüz çok
şey bilmememe karşın beni bu özgün yaratı ve ustası konusunda bu denli
coşturan ve çokça konuşturan sevdalandığım diğer bütün ustalar gibi
Fehmi Amca’nın da bilgeliği oranında alçakgönüllü oluşuydu. Ve meyvesi
olgunlaştıkça dallarını yere eğen ağaçlar misali sanırım asıl meziyet de
buydu. Ellerin dert görmesin Fehmi Amca. Evrenin bütün ağaçları
yoldaşın olsun...
*Ümit Yaşar OĞUZCAN: İki Kişiye Bir Dünya – Karanlığın Çağırışı
Fığla Bardak düzerim, Belledim goca çamı,
Yeri göğü gezerim. Üstümden attım gamı.
İçine can doldurur, İşledim, şekil verdim
Üstüne düş çizerim. Rızık kazandım hemi.
Bardak yaptım ülüklü, Örttük üste çaputu,
Güzel sevdim belikli. Öteledik tabutu.
Altı çocuk büyüttük, Çam kokulu su yaptık,
Emek ile çelikli. Buyur ettik mabudu.
Yayla yayla dolaştık, Ağaca can işlerdik,
Yağlı, yavan üleştik. Güzel günler düşlerdik.
Bakma gözlerden düştük, Bilseydik sonu böyle,
Yol çatına ulaştık. Başlamadan boşlardık.
Kâh yapar kâh bozarım, Çin’den gelir ruhu yok,
Derdim büyük, bizarım. Katığımda şavkı yok.
El malı baş üstünde, Âlem bizi unutmuş,
Buna gönlüm üzerim. Ona sarmış, aklı yok.
Çam bardağa dayandım, Havas etmedi biri,
Ne günlere uyandım. El sanatı, el kiri.
Çocuklarım beller de, Vefasıza kalmasın,
Unutturmayız sandım. Hünerimin hiçbiri.
Bardağım dört kanatlı, Emek verdik, almadık,
Kandırır yaya, atlı. Kıymet bilen bulmadık.
Gönül yapar, can katar, Ata aklı servetmiş.
Kötü mala inatlı. Geç kaldık, tez bilmedik.
Bakın evlatlar bakın, Biz gider olduk gayrı,
Aklınız başa takın. Yaşadık hasta, sayrı.
Geçmişi bellemeden, Sizsiniz umudumuz,
Yola çıkmayın sakın. Sakın düşmeyin ayrı.
Bugünleri biz yaptık, Bu gidiş gidiş değil,
Sanırlar; “pula sattık”. Kana vicdan, baş eğil.
Değerimiz bilmeyen, Sahip çık geçmişine,
Sanmasın “doğru ettik”. Yola tedbirli koyul.
Seksen beş yaşındayım, Söyle Eyvaz’ın gızı,
İşimin başındayım. Ayırma sizi-bizi.
Umut tükenmez servet, Emrine şükür Mevla,
Uyanış düşündeyim. Korusun cümlemizi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder